20 Nisan Cumartesi 2024
3 yıl önce

Analiz - Sultan Şenyazar | Boğaziçi Üniversitesi’ne Prof. Melih Bulu’un rektör atanması bağlamında Türkiye’deki rektör atamalarının dünü ve bugünü

Kimse kusura bakmasın, ne seçimleri seçim, ne siyasi kimliksiz bu insanlar seçilirken kimsenin gıkı çıkmamış da bugün öğrenciler öne itilerek birşeyler yapılmaya çalışılıyorsa, bunun adına rektörlük protestosu denmez. Ya hocalar kendi hanedanlarını kaybetmek istemiyorlar, rektöre oy vererek rektörü vesayet altında tutan sistemi sürdürmek istiyorlar, ya da bu başka bir kurgudur, daha büyük bir planın parçasıdır ki işin içindeki LGBT, terör örgütlerinin verdiği destek, bize bu büyük fotoğrafı işaret etmektedir.

3 yıl önce

Analiz - Sultan Şenyazar | Üniversite olayları bizi hiçbir zaman demokrasiye götürmedi. Mesela darbeye karşı üniversite olayları olmadı

Bir soru sormak isterim. Bir üniversite öğrencisi, okul hayatı boyunca rektörü kaç kez görür? Veya bir rektörün yönetiminden, doğrudan nasıl etkilenir ki rektörün seçimiyle bu kadar ilgilenir. Türkiye’de binlerce lise var. Lisede öğrenciler, devletin atadığı müdürün yönetiminde eğitim alıyorlar, o müdürle temas ediyorlar, her gün görüyorlar ama bir yıl sonra üniversiteye başlıyorlar ve diyorlar ki hayır rektörümüzü biz seçeceğiz. Ve bunun için günlerdir eylemler yapılıyor. Yalnız burada bir incelik var, öğrenci eylemleri, rektörü öğrenciler seçsin iddiasiyla yapılmıyor aslında. Rektör üniversite içinden seçilsin diyorlar. Yani bu eylemi planlayanlar, aslında öğrencilere bir seçme hakkı talep ediyor değil. Öğretim görevlilerinin talebini dile getirmek için öğrencileri kalkan olarak kullanıyor.

2 yıl önce

Analiz - Sultan Şenyazar | “Katranı kaynatsan olur mu şeker, cinsine yandığım, cinsine çeker..”

21.Yüzyıldayız ya, Engin Altay bir modifiye yapmak istemiş olacak ki buna başka bir kılıf buldu ve özetle dedi ki “dindar kesime, tarikatlara falan çok yüz verme, bak Menderes de öyle yapmıştı, sonra Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmak zorunda kaldı”.. Hımm.... Acaba öyle mi?   Bunun böyle olmadığını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da biliyor olacak ki, sosyal medyadan paylaştığı mesajında Engin Altay’a “tarih fukarası, cahil” dedi. Haklı mı? Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun asıl hikayesini okuyunca anlıyoruz ki, evet haklı..   Engin Altay’ın ifade ettiği Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun, tarikatlerin eylemleri üzerine çıkarıldığı doğrudur. Ancak sözkonusu tarikat, o zamanki DP’yi değil, CHP’yi destekleyen “Ticaniler” tarikatıydı. Hatta tarikatın başındaki Kemal Pilavoğlu’nun, 1950 seçimlerinden önce müritleriyle beraber CHP’ye üye kaydedildiği, kendisinin de 1950 seçimlerinde CHP Ankara Milletvekili adayı yapıldığı; Ticani Tarikatının 1946 öncesindeki radikal söylem ve eylemlerine rağmen CHP iktidarı sırasında hiçbir tahkikata ve soruşturmaya maruz kalmadıkları; ancak 1950-51 arasında artan eylemleri sebebiyle çıkan Atatürk’ü Koruma Kanunu’na dayanılarak tutuklandıkları ve CHP’den ihraç edildikleri, gerek o dönemin gazetelerinde gerekse sonradan yazılan araştırma çalışmalarında yer almıştır. Kaldı ki sözkonusu kanunun çıkarılmasında bir kısım CHP’li vekillerin itirazı da sözkonusu olmuştur.   Yani işin özeti, Engin Altay’ın bahsettiği kanun, Demokrat Parti’nin değil CHP’nin tarikatlarla yakın ve elaltından yürüttüğü ilişki yüzünden çıkmıştır. Bu tarikatın eylemlerinin 1946 sonrası, özellikle Demokrat Parti’nin 1950 sonrasındaki iktidarında artması, CHP’nin, “mevcut iktidara karşı her güçle işbirliği yapma” stratejisinin belki de ilk örneğidir. Tıpkı bugün din kisvesine bürünmüş Fetö ile söylem, eylem ve tanımlayamadığımız diğer birlikteliklerin içinde olduğu gibi.   Engin Altay tüm bunları bilmiyor olabilir mi? Biliyorsa fena.. Biliyor da çarpıtıyorsa daha fena. Çünkü cahillik bir eksikliktir, yalancılık ise kötülüktür.   Anlaşılan o ki sayın Bakan, Engin Altay’a cahil diyerek nezaket göstermiş, Soylu’ya teşekkür etse yeridir.

2 yıl önce

Analiz - Sultan Şenyazar | 13. SAVAŞÇI

Filmde bir köy vardır ve tarif edemedikleri bir canavar ordusu tarafından sürekli saldırıya uğramaktadır. Yardım isterler. Anlattıklarına göre canavarlar, gece veya sis bastığında gelirler, ellerinde meşale tutarlar, sağı solu yakarlar, haliyle çok net görülemezler. Ata binerler ancak garip dişleri vardır, garip dişleri falan vardır, ayıya benzer silüetleri vardır. Uzatmayalım, gelişir ve yine bir baskın sırasında savaşın bir yerinde Antonio Banderas, canavarların birini haklar, yere düşürür ve maskesini açıp altındakini görünce bağırır: “Bunlar insan !!!”  Ve canavarın aslında insan olduklarını anlayınca mücadelenin seyri değişir, cesaretlenirler, zafer kazanırlar vesaire.   Bugün eğer kişileri bir sosyal medya hesabında görüyorsak, bir gazete haberinde, tv ekranında bir siyasetçi veya önemli bir bürokrat olarak görüyorsak, onu maskelere sarıyoruz ve insan olduğunu unutuyoruz. Hep bir menfaat hesabı içinde olan, buna göre davranan, idealleri falan olmayan, herşeyi bilinçli bir stratejiyle yapan bir makine olarak bakıyoruz. Bazılarına da tam tersi, olmayan bir melek hilyesi giydiriyoruz, olmayan zekalar ve üstün özellikler, meziyetler atfediyoruz. Haliyle, aslında çok basit bir strateji izleyerek menfaatinin peşinde koşan tipler olduğunu ıskalıyoruz.   Seri katil Atalay Filiz hakkında yazılanları hatırlıyor musunuz? “Çok zeki, çok akıllı, şöyle eğitimli, böyle bilgili” gibi gerzek yorumlar günlerce manşetlerde kalmıştı. Adamı Einstein ilan etmeye 5 kala, bir ormanda, sümsük gibi pelperişan halde saklanırken yakaladık. Ve kimse çıkıp “bu adam bu kadar zeki olsa, bu kadar eğitimle, bilgiyle doğru dürüst bir kariyer yapardı, ormanda kaçak olarak kariyerini hapiste sonlardırmazdı” demedi.   Bugün Sedat Peker meselesi, aslında köye saldıran canavar gibi. Ayı postuna, canavar görüntüsüne bürünmüş basit bir insan. Fevkalâde birşey yok. Sadece hedefindeki kişiye saldırıyor. Oda post giymiş. Saldıracağı zamanı seçmesini de biliyor, gece ve sisli zamanda… Filmi izlerseniz daha pekçok detay yakalayabilirsiniz.   İki aydır, işi gücü bıraktık bu tiyatroyu izliyoruz. Kimse kusura bakmasın, basın da, sosyal medya da, tv kanallarındaki yorumcular da, toplumun pekçok farklı kesimi de, gözümüze far tutulmuş gibiyiz. Öyle ki izlerken hayatın temel kurallarını bile unutuyoruz.   “Ortada iddialar var!”. Hımm.. Peki bir insanın konuştuğu herşey bir iddia mıdır? Yani ben şimdi oturup bir twitter hesabından istediğim herhangi bir popüler kişi hakkında gelişigüzel birşeyler anlatsam, itham ettiğim kişinin ne yapması lazım? “Çok üzgünüm, istifa ediyorum” mu demeli, sırf ben söyledim diye..   İddianın sonuç üretmesi için, yani muhataplarını harekete zorlaması için bir dayanak, bir delil lazım. İddianızı sağlam bir delille desteklersiniz ve gidip adalet ararsınız. Eğer şahit olduğunuz birşeyler var da evrakı yoksa (her olayın kamera kaydı olacak değil sonuçta) o zaman da kalkar savcılığa gidersiniz, “ben şahidim” dersiniz. Ama bunların hiçbirini yapmayıp oturduğunuz yerden “bu iş böyle böyle, hadi oturun araştırın” derseniz, bu sadece toplumla alay etmektir. Kimse sizin oyuncağınız değildir. Ağzınızdan çıkan Ayet-i Kerime olmadığına göre, bizim de oturup tefsir yazmamıza gerek yok.   Peki bugün bizim elimizde ne var? İki aydır gelişigüzel konuşan bir insan, bir mafya lideri. Yani zaten işi kanundışılık olan bir insan. Tek bir delil, tek bir belge yok. Sadece söylem var. “Araştırın, hts kayıtlarına bakın”.. Tamam da niye işi gücü bırakıp senin her sözünü araştırıyoruz. Elindeki iddialar için avukatı aracılığıyla bile olsa bir vatandaş olarak savcılığa suç duyurusu var mı, yok.. Peki kimin başvurusu var savcılığa? Süleyman Soylu’nun.. İddiaların araştırılmasını istemiş. Hukuken üstüne vazife değilken, ispat yükümlülüğü iddia sahiplerine aitken, Süleyman Soylu işi bir adım öne taşımış ve savcılığa başvurmuş.   Ancak garip bir şekilde burayı da ıskalıyoruz. Odaklandığımız tek nokta canavarın ayı postu. Hala postun altındakine bakmıyoruz. Her akşam senaryolar üretiliyor, yorumcular saatlerce tartışıyor, hükümet düşürülüyor, yeniden kuruluyor. Yakındır, 3 ayda bir ortalıkta gezen Photoshop üretimi kabine listeleri yeniden piyasaya çıkar.   Söz söyleyen herkeste bir keramet aramak, öte yandan da atılan her adımın altında bir menfaat hesabı aramak, hastalıklı bir ruh halidir. Devlet Bahçeli’nin “Soylu yalnız değildir” açıklaması üzerine bu sabah sayfalarca analiz okudum. Cumhur İttifakı’nın akibetine bağlayan mı ararsın, ittifak çatırdıyormuş da kopması diye Devlet Bahçeli Soylu üzerinden mesaj veriyor diyen mi ararsın, ne ararsan var. Kimse de dememiş ki “yahu adam Soylu’nun siyasi duruşunu seviyor, yaptıklarını seviyor, doğru buluyor ve insan olarak destek oluyor olamaz mı? Hayatını siyasetle geçirmiş bir insanın, bu ülke için hayalleri olamaz mı, terör örgütü PKK ile mücadele ve milli duruş, adamın Kızıl Elması olamaz mı? Futbol takımlarını kalbimizle tutmuyor muyuz, kalben ve samimiyetle destekliyor olamaz mı?”.. Hayır, bunu demiyoruz, bunu diyene de inanmıyoruz. Çünkü gözümüz hep o canavar postuna takılı.   Bir sözüm de “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığına takılanlara... “Erdoğan devrilsin de sonra bakarız” kafasıyla siyaset yapanlara, Özal öldükten sonra olan biteni hatırlatırım. Özal gitsin de herşeyi hallederiz diyenler, bunun için ittifak kuranlar, Özal gittikten sonra kendilerine geleceğini zannettikleri iktidarın bir anda vesayetçilerin eline geçmesini sadece seyredebildiler. Bugün LGBT’den FETÖ söylemlerine kadar iktidarın karşısında ne varsa sarılan muhalefet, aslında ipleri başkasına teslim ettiğinin farkına vardığında geç olabilir.   Gazeteciye tiraj lazım, reyting lazım, muhalefete iktidar koltuğu lazım, hepsine eyvallah. Ama hepimize bir ülke lazım ve elimizde sadece bir tane var. Onun için şu postların altına bakmak, aklımızı kullanmak ve işimize gücümüze bakmak lazım.

2 yıl önce

Sultan Şenyazar | Bozkurt: Bir afet ve Türkiye Fotoğrafı

DEVLET ÇALIŞIYOR MU?   Eğer ben “çalışıyor” yazarsam ve siz de orayı görmeden okursanız, muhtemelen benim hakkımda “iktidar yanlısı” diyeceksiniz. Gerçi iktidar yanlısı olduğum doğru ama bu yorumun onunla ilgisi yok. Bozkurt’a giderseniz, siz de bana hak verirsiniz. Çalışıyor mu, evet çalışıyor. Organize mi, evet, gerçekten iyi organize.   Malum, 2020’nin başından beri ülkemizin ana gündemi afet yönetimi oldu. Önce Elazığ Depremi ile başladık, sonra Van’da deprem ve çığ, Bingöl’de deprem, İzmir’de deprem, Rize’de, Balıkesir’de seller, Kartal’da durup dururken çöken apartmanlar ve daha niceleri. Hatta bu arada bir de pandemi yönettik. Ve hepimiz biliyoruz ki –daha doğrusu bütün bilim insanları söylüyor ki- Marmara’da veya Ege’de büyük bir depreme doğru adım adım ilerliyoruz. İçişleri Bakanı’nın ilginç bir tesbiti var, “her afette hem afetle mücadele ediyoruz, hem de dezenformasyon afetiyle mücadele ediyoruz” diyor. Haksız mı adam? Her afette aynı şeyleri yaşamıyor muyuz? Aynı mahfillerden aynı açıklamaları, aynı tweetleri görmüyor muyuz? Oturduğu yerden enkaz kaldıranları, yangın söndürenleri bilmiyor muyuz?   Bozkurt’ta şunu gördüm: Bu iki yıllık sürede, ülkede bir afet yönetim ekibi oluşmuş. Her afette biraradalar ve artık hem kurumlar hem de kişiler birbirlerine aşina olmuşlar. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ekip başı. Bakan yardımcısı İsmail Çataklı Afad ve Göç meselesinden sorumlu olması hasebiyle her afette yanıbaşında. Afad’dan daire başkanları, yetkililer. Afet tecrübesi olan kaymakamlar, onlar da her afette afet bölgelerine görevlendiriliyorlar. Hatta Afad başkan vekili Önder Bozkurt, böyle bir profil. Aynı şekilde Bozkurt kaymakamı olarak atanan Murat Atıcı, bu özelliğinden atandı. Daha önceden Rize Dereli kaymakamıydı, yine aynı sebepten. Sel nerede Murat Atıcı orada.. Keza Kızılay yöneticileri, Anda yöneticileri, İhh yöneticileri, Jandarma komutanları, Emniyet müdürleri, Sahil Güvenlik komutanları, Genel Müdürler, Genel Komutanlar, valiler, kaymakamlar, hepsi birbiriyle aşina olmuşlar. Teşbihte hata olmaz, afet yönetimi sırasında izci kampı gibi yaşıyorlar. Kimi bir karavanda, kimi bir otelde ama hepsi her akşam aynı masada: Afet Koordinasyon Toplantısı.   Bu toplantılar ilginç. Twitter üzerinden hemen hemen aynı görsellerle (bir masa etrafında toplanmış yöneticiler görüntüsü) ve hemen hemen aynı metinle (Sayın Bakanımızın başkanlığında Afet Koordinasyon Toplantısını gerçekleştirdik vs.) paylaşılıyor ve böyle birşey olduğundan haberdar oluyoruz ama aslında toplantının içeriği çok renkli ve asla tekdüze bir faaliyet değil. Hemen hepsi, bir bakanın başkanlığında gerçekleşiyor. Afetin durumuna göre İçişleri Bakanı, Çevre Şehircilik Bakanı, Tarım ve Orman Bakanı, Sağlık Bakanı katılıyorlar. Süleyman Soylu, Afad kendisine bağlı olduğu için bunların neredeyse tamamında yer alıyor. Bazen iki bazen de üç bakanın katılımıyla gerçekleşiyor.   Bu masanın etrafında afette çalışan tüm birim ve kurumların temsilcisi var. Afad’dan, Kızılay’dan, Ukome’den, Aile Bakanlığı psikososyal destek grubundan, Çevre Bakanlığı’nın hasar tesbitçileri, İtfaiye, Jandarma , Emniyet vs. Önce bir sunumla başlıyorlar. Genelde Afad yapıyor sunumu. Mevcut durumu anlatıyorlar. Sonrasında her kurum temsilcisi söz alıp, o gün ne yapıp ettiklerini anlatıyor: “Şurada şu işimiz vardı, onu hallettik, şöyle bir talep geldi, üzerinde çalışıyoruz” gibi. Bu açıklamalar sırasında Bakan bey tek tek soruyor, “şu sokaktaki iş ne oldu, vatandaşa ödemeler ne alemde, şuradan bir şikayet gelmişti ne yaptık”.. Muhatapları söz alıp cevaplıyor veya  tartışılıyor.   Bu masanın güzel tarafı eldivensiz konuşulan ve hızlı çözüm üreten bir masa. Devlet saygısı içinde ama herkesin söz alabildiği, sahada görevli bir memurun bakanına “sayın bakanım, bakın işin aslı şu şekilde..” diye rahat rahat bilgisini ve fikrini paylaştığı, konunun rahatça tartışıldığı ve hemen bir karara bağlandığı bir masa. Prosedürlerin, bürokrasinin hızlıca aşıldığı bir masa. Konu ile ilgili bir karar verilip talimat alınınca, hemen not alınıyor. Ertesi akşam, ilgili birimin sorumlusu kalkıp “dün akşam aldığımız karar / verdiğiniz talimat uyarınca şu şu şu yapıldı” diye işin sonucunu söylüyor. Hiçbirşey askıda kalmıyor yani. Dolayısıyla, afetin yönetimi, aslında her akşam yapılan Afet Koordinasyon Toplantısı’nda gerçekleşiyor.   Bu masa aynı zamanda bir okul olmuş. Herkes neyin nasıl yapılacağını öğrenmiş. Bir belediyeden iş makinesi mi istenecek, bir yerden ödenek mi gelecek, ödenek bir yere mi aktarılacak, hepsi orada hallediliyor ve o ekip artık bu konuda uzmanlaşıyor.   Afet bölgesinde aslında hiçbirşeyin eksikliği çekilmiyor fakat çalışma sahası önemli bir konu. Orada 500 veya 1000 kamyon çalıştırılabilir ama önemli olan kamyonlara çalışma sahası bırakabilmek. Dolayısıyla “daha çok gelsin” demek verimli değil. Bunu da planlıyorlar. En optimum araç sayısında çalışılmak zorunda. Aynı konu, orman yangınlarındaki uçak ve helikopterlerle ilgili de geçerli. Yangın bölgesinin hava sahasında uçak çalıştırmanın, hava trafiği kısmını herkes ıskalıyor ve “daha çok uçak” diyor ama iş o kadar basit değil.   İnanılmaz bir insan işgücü çalışıyor sahada. Jandarma uzman erbaşlar, büyük bir disiplin içindeler ve bu disiplin çok işe yarıyor. Bir binanın temizliğine 50 tane jandarma veriyorsunuz ve ellerinde kazma küreklerle makine gibi çalışıp görevlerini tamamlıyorlar. Yanlarına bir amirleri veya bakan geldiğinde kazma küreklerini bir tüfek gibi dik tutup hazırolda selam durmaları, hayran olunası görüntüler ortaya çıkarıyor.   İlçenin her sokağında üzerinde AFAD veya bir başka yelek olan insanlar vızır vızır çalışıyor. AFAD, çatı kuruluş. Çok ciddi bir personel ve ekipman kapasitesi var ve diğer kurumlarla koordinasyon mükemmel. Hani genelde olur ya, çay sohbetlerinde birbirlerini çekiştiren tipler vardır. Açıkçası işler yürüyor, sağda solda gezerken olan bitenden şikayetçi kimseye rastlamadım.   Ve Süleyman Soylu.. 50 metre mesafeyi tam bir saatte yürüyor. Yavaş yürüdüğü için değil, herkes kendisiyle fotograf çektirmek istediği için. Onun haricinde bir de derdini anlatmak için gelenler var. Onları da mutlaka dinliyor. Ya hemen talimat veriyor, ya da dinlenmesi gereken bir konuysa ilgilisine yönlendiriyor. Yanında tek malzemesi var, sabır. Hiçkimseyi geri çevirmiyor. Fotograf çektirmek isteyeni de konuşmak isteyeni de reddettiğini görmedim. Hatta bakanlığın bürokratları, imzaların attırmak için Bozkurt’a geliyorlar.   Yani özetle; büyük bir acının yaraları, profesyonelce sarılıyor. Her zaman birarada çalışan bir kriz ekibi oluşmuş Türkiye’de ve bu iyi birşey. Ama öte yandan milletçe hazır olmalıyız çünkü afetin büyüklüğü artarsa buna ihtiyacımız olacak. Devlet ne kadar organize olursa olsun, milletin yapması gerekenler var. En önemlisi de panik yapmamak, sakin olmak ve devletin kriz yönetimine sabrıyla yardımcı olmak. Onun haricinde herkes ne yapması gerektiğini biliyor ve yapıyor.   Ben gördüklerimi anlattım, takdir sizin.