29 Mart Cuma 2024
2 yıl önce

Putin: Büyük projelerin hepsi planlı şekilde devam etmektedir

Putin, Soçi'de Devlet Başkanlığı Resmi Konutu'nda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin basına açık kısmında konuştu. Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını nedeniyle Erdoğan ile 1,5 yıldır yüz yüze görüşemediklerini belirten Putin, buna rağmen sürekli temas halinde olduklarını hatırlattı. Putin, "İkili ilişkilerimizin yoğun ve olumlu şekilde gelişmesinden gayet memnunum. Bütün istikametlerde ilgili kurum ve kuruluşlarımız sürekli temas halindeler." ifadelerini kullandı. Rusya ile Türkiye arasındaki ikili ticaret hacminde geçen yıl yüzde 20 gibi önemli düşüş kaydedildiğini ifade eden Putin, bu senenin ilk 8 ayında ikili ticaret hacminin yüzde 55 arttığını dile getirdi. Putin, “İkili ticaret hacmimiz bu yılın ilk 9 ayında yaklaşık yüzde 50 arttı. Pandemi döneminde kaybettiklerimizi telafi etmekle kalmadık, yüzde 30'dan fazla bir önemli bir artış da sağladık." dedi. Erdoğan ile görüşmelerine ilişkin Putin, "Görüşmelerimiz her zaman sorunsuz geçmiyor ancak ilgili kurum ve kuruluşlarımız uzlaşı bulabiliyor." diye konuştu. Türkiye ile Rusya arasındaki karşılıklı yatırımların artarak devam ettiğine dikkati çeken Putin, "İkili ticaret hacmimiz bu yılın ilk 9 ayında yaklaşık yüzde 50 arttı. Karşılıklı yatırımlar da artmaya devam ediyor. Türkiye’nin Rusya yatırımları toplam 1,5 milyar, Rusya’nın Türkiye yatırımları 6,5 milyar dolara ulaştı. Büyük projelerin hepsi planlı şekilde devam etmektedir." dedi. Türkiye'ye, oradan da güney Avrupa ülkelerine yönelik TürkAkım doğal gaz boru hattının sorunsuz çalıştığını anlatan Putin, bu büyük ve önemli projeye, hem Türk halkı hem de Rusya'nın çıkarlarına uygun şekilde verdiği katkılardan dolayı Erdoğan'a teşekkür etti. Son günlerde Avrupa doğal gaz piyasasında istikrarsızlıklar yaşanmakta iken Türkiye'nin kendini güvende hissettiğini söyleyen Putin, Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin inşaatının programa uygun şekilde devam ettiğini dile getirdi. Rusya ile Türkiye'nin uluslararası iş birliğinin devam ettiğini aktaran Putin, "(Türkiye ile) İş birliğimiz, uluslararası arenada başarılı bir şekilde sürüyor. Burada hem Suriye hem de Libya ile ilgili tutumlarımızı kastediyorum. Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınırda Rus-Türk ateşkesi kontrol merkezi aktif bir şekilde çalışıyor. Bu iş birliğimiz hem ateşkesin sağlanmasında hem de ilerideki daha sağlam kalıcı bir barışın sağlanmasına yönelik önemli bir unsurdur." ifadelerini kullandı. Putin, Erdoğan ile görüşecek başka pek çok konu olduğunu da ifade etti. Rusya Devlet Başkanı Putin, salgının dünyada turizm sektörüne ciddi zarar verdiğini anlatarak, 2019'da 6,8 milyon Rus turistin Türkiye'yi ziyaret ettiğini, 2020'de ise bu rakamın sadece 1,5 milyon olduğunu bildirdi. Putin, "Şimdi durum yavaş yavaş normale dönüyor. Bu yılın ilk 9 ayı içerisinde 2,5 milyon Rus turist Türkiye'ye gitti. Bu elbette koronavirüs ile mücadelemizde iş birliğimize de bağlı. Bu istikametteki çalışmalar olumlu ve iyi tempoda gelişiyor. Bu çalışmalar hem genel olarak ekonomimiz hem de turizm sektörümüzün yeniden sağlığa kavuşmasına yardımcı olacaktır." değerlendirmesinde bulundu.

2 yıl önce

Cumhurbaşkanı Erdoğan: Suriye'de barış Türkiye-Rusya ilişkilerine bağlı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Devlet Başkanlığı Resmi Konutu'nda bir araya geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, görüşme öncesi yaptığı açıklamada, "Suriye ile ilişkili birlikte attığımız adımlar büyük önem arz ediyor. Oranın da barışı yine Türkiye ve Rusya ilişkilerine bağlı." dedi. Erdoğan, şöyle devam etti: Teşekkür ediyorum. Bu yüz yüze görüşmeyi gerçekleştirmekten çok memnunum. COVID birçok dostu bir birinden ayırdı. Dünyada COVID'den ölenlerin sayısına baktığınızda 4 milyon 700 bini geçiyor. Tüm tedbirleri almamıza rağmen mücadelemiz çok zor şartlarda devam ediyor. Öncelikle benim sizlere tabi teşekkürüm var. Bu yangın ve felaketlerde bize vermiş olduğunuz destek nedeniyle çok teşekkür ediyorum. Bu arada tabi gönderdiğiniz uçaklardan, iki tane eğitici pilot ve bizim 2 arkadaşımız maalesef şehit oldular. Telefonla gerçi bu konuyu görüştük ama onun için tekrar başsağlığı diliyorum. Gerçekten dostlar bu tür zor günlerde belli oluyor. Hepsinden öte siyasi, ekonomik, askeri, ticari alanlarda Türkiye-Rusya ilişkileri çok farklı şekilde kendini gösteriyor. Ticaret hacminde kısmi bazı iniş çıkışlar olsa da gayet iyi durumda. Ben daha da iyi bir konuma geleceğine inanıyorum. Ben daha da iyi bir konuma geleceğine inanıyorum. Rus dostlarımızın Türkiye'yi tercihinden dolayı minettarız. Sizin de bahsettiğiniz gibi Akkuyu'yu ziyaret ettim. 'Timing'ine uygun olarak inşaat devam ediyor. Aldığım bilgilere göre de belirlenen zamanda bitecek. Önümüzdeki yıl 1. ünitenin açılışını yapabileceğiz. Yoğun bir çalışma var. Şu anda burada 13 bin insan çalışıyor. 10 bini Türk, 3 bini Rus. Hemen hemen tamamı da Rusya'da eğitim almış. Bu da aramızdaki ilişkilerin pekişmesine neden oldu. Bir diğer konuda savunma sanayiinde birlikte attığımız konu. Bunu da ayrıca zaten konuşmamızda fayda var. BM Genel Kurulu'nda da hep bize bazı konuları özellikle sordular. Biz de onlara zaten gereken cevabı verdik. Attığımız adımlardan geri dönmemiz mümkün değil. PUTİN: BÜYÜK PROJELERİN HEPSİ PLANLI ŞEKİLDE DEVAM EDİYOR
 Putin ise "Erdoğan ile görüşmelerimiz her zaman sorunsuz geçmiyor. Ancak ilgili kurum ve kuruluşlarımız uzlaşı bulabiliyor." dedi. Türkiye ile Rusya ilişkilerine dair değerlendirmelerde bulunan Putin, şunları kaydetti: "Türkiye’nin Rusya yatırımları toplam 1,5 milyar, Rusya’nın Türkiye yatırımları 6,5 milyar dolara ulaştı. Büyük projelerin hepsi planlı şekilde devam etmektedir. Karabağ'da iş birliğimiz hem ateşkesin sağlanmasında hem de ilerideki daha sağlam kalıcı bir barışın sağlanmasına yönelik önemli bir unsurdur. İkili ticaret hacmimiz bu yılın ilk 9 ayında yaklaşık yüzde 50 arttı. Pandemi döneminde kaybettiklerimizi telafi etmekle kalmadık, önemli bir artış da sağladık. Türkiye ile İş birliğimiz, uluslararası arenada başarılı bir şekilde sürüyor. Burada hem Suriye hem de Libya ile ilgili tutumlarımızı kastediyorum." Erdoğan, Soçi Uluslararası Havalimanı'nda, Krasnador Bölge Vali Yardımcısı Aleksandr Ruppel, Soçi Belediye Başkanı Aleksey Kopaygorodskiy, Rusya Dışişleri Bakanlığı Devlet Protokolü Genel Müdürü İgor Bogdaşev, Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Mehmet Samsar, Novorossisk Başkonsolosu Fırat Bayar ve büyükelçilik personeli tarafından karşılandı.

2 yıl önce

Dünya Erdoğan-Putin randevusunu bekliyor!

Yalnızca bölge ülkeleri değil bütün dünya, bugün Karadeniz kıyısındaki Soçi'de gerçekleşecek randevuyu bekliyor. Son kez yüz yüze 5 Mart 2020 tarihinde Moskova'da bir araya gelen Türkiye ve Rusya liderlerinin bugünkü buluşması, bölgesel konuların da ötesinde bir önemde görülüyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ile ilişkilerin hayra alamet olmadığını dile getirmesi ve ikinci S-400 füze savunma sisteminin alınacağını söylemesi, Washington-Ankara hattında şimşek yüklü bulutların çarpışmasına yol açtı. Her şeye rağmen Erdoğan ve Putin zirvesinde ana gündem maddesi, Suriye olacak. Türkiye ve Rusya, iç savaşın onuncu yılını doldurduğu Suriye'de tamamen farklı pozisyondalar. Suriye'de Beşar Esad'ın yanında saf tutan Rusya, Eylül 2015'te sahaya inerek iç savaşın kaderini değiştirdi. Halihazırdaki tabloda Suriye İdlib'de düğümlenmiş durumda. Ankara ve Moskova daha önce İdlib'i defalarca masaya yatırdı, muhaliflerin elindeki son bölgenin rejime devredilmesi Rusya'nın birinci gündem maddesi. Türkiye ise, çatışmasızlık bölgesi ilan edilen İdlib'de artan hava saldırılarından rahatsız ve milyonlarca insanı etkileyecek soruna askeri çözüm bulunmasına karşı. Suriye konusundaki bir diğer başlık, beklendiği gibi kuzeydeki terör örgütü YPG/PKK olacak. Türkiye Temmuz 2019'da Rusya'dan edindiği S-400 hava savunma sistemleriyle, füzeleri satın alan ilk NATO ülkesi olmuştu. Geçen yıl Sinop'ta ilk kez denenen 2,5 milyar dolarlık S-400 füzelerine yenileri eklenecek mi? ABD'nin yeni yaptırım tehditlerine rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan ikinci bataryanın da alınabileceğini ilan etti. S-400'lerin Soçi'de masaya gelmesine kesin gözüyle bakılıyor. Rus medyası, son haftalarda Türkiye'nin SU-35 ve SU-57 savaş uçakları da alabileceği yönünde haberler yaptı. Kritik randevudaki muhtemel diğer başlıklar Libya, doğalgaz, Kırım, Dağlık Karabağ ve Afganistan. Kremlin, Salı günü yaptığı yazılı açıklamada zirvede iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin yanı sıra Suriye, Libya, Afganistan ve Güney Kafkasya'nın ele alınacağını duyurdu. Akşam saatlerinde bir kez daha açıklama yapan Kremlin, bu kez görüşmenin ardından herhangi bir belge imzalanmasının planlanmadığını kaydetti. Uluslararası medya şimdiden Soçi'den fotoğraflar servis etmeye başladı, Rus medyası ise Erdoğan-Putin zirvesine beklendiği gibi geniş şekilde yer veriyor. Soçi'deki görüşmenin detaylarının yanı sıra analiz yazıları da göze çarpıyor. Kommersant gazetesinde Marianna Belenkaya ve Kirill Krivosheev imzasıyla yayınlanan analizde liderlerin bir buçuk yıl sonra ilk kez yüz yüze görüşeceği vurgulandı. Liderlerin koronavirüs salgını nedeniyle geride kalan 18 ayda video konferans veya telefonla görüştüğünü kaydeden Kommersant, tarafların Suriye'den Libya'ya, Kafkaslardan Afganistan'a farklı sorunlarla yüzleştiğini belirtiyor. Suriye'deki rejimin lideri Beşar Esad'ın iki hafta önce Moskova'yı ziyaret ettiğini hatırlatan analiz, Türkiye ve Rusya arasındaki en zorlu başlığın halen Suriye olduğunu ve Arap medyasının İdlib için 'Putin-Erdoğan bölgesi' ifadesini kullandığını dile getiriyor. Rus savaş uçaklarının Eylül ayı başından bu yana İdlib'de 200'ü aşkın hava saldırısı düzenlediğini aktaran Kommersant, buna karşılık Suriye'deki Rus üssü Hmeymim'e Pazartesi günü insansız hava aracıyla gerçekleşen saldırının püskürtüldüğünü savundu.

2 yıl önce

Rusya'dan Türkiye açıklaması!

Peskov, başkent Moskova'da gazetecilere yaptığı açıklamada, Rusya'nın Soçi kentinde 29 Eylül'de yapılması planlanan Putin ve Erdoğan'ın görüşmesi için hazırlıkların sürdüğünü belirtti. Putin ile Erdoğan'ın yüz yüze görüşeceği bilgisini paylaşan Peskov, "İki liderin her zaman konuşacağı çok şey var. Öncelikle Suriye ve elbette Afganistan gündemde olacak. Libya ve diğer uluslararası meseleler konusunda geleneksel şekilde görüş alışverişinde bulunulacak." dedi. Görüşmede, ikili ilişkilerinin de ele alınacağını aktaran Peskov, "İkili ilişkiler açısından birçok ortak nokta var; ekonomi alanında ortak projeler üzerinde çalışma, ticari ve ekonomik ilişkiler." diye konuştu. Peskov, Rus ve Türk işletmelerinin bu konuyla ilgili olduğunu belirtti.

2 yıl önce

Aliyev’den Karabağ Zaferi’nin yıl dönümünde önemli mesajlar: Müdahale ederseniz Türkiye'yi göreceksiniz

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan'ın işgali altındaki toprakların kurtarılması için 27 Eylül 2020'de başlatılan 44 günlük savaşın birinci yılında değerlendirmelerde bulundu. SORU: Önemli bir tarihteyiz. Azerbaycan'ın zaferinin, yaklaşık 30 yıl boyunca işgal altında olan topraklarını kurtarılmasına başlandığı 27 Eylül'ün birinci yılındayız. O güne dönmek istersek, Azerbaycan neden karşı atağa geçti? ALİYEV : Ermenistan'ın bize karşı son dönemdeki provokasyonları düzenli hale gelmişti. Bize yönelik açıklamaları ve attıkları adımlar, Ermenistan'ın yeni savaşa hazırlandığını gösteriyordu. Bunun sebeplerini bugüne kadar da anlayabilmiş değilim. Çünkü başka bir devletin toprağını 30 yıl boyunca işgal altında tutan bir devlet yeni savaş istiyorsa bunun nedeni çok ciddi araştırılmalıdır. Sözlerimi kanıtlayan adımlar da göz önündedir. Çünkü temmuzda Azerbaycan-Ermenistan sınırında, Ermenistan askeri provokasyon yaptı ve bu provokasyon sonucu 13 asker ve sivil yaşamını yitirdi. Azerbaycan o zaman düşmana hak ettiği yanıtı verdi fakat biz devlet sınırını geçmedik. Sadece, onları girdikleri Azerbaycan arazilerinden çıkardık ve birkaç gün süren çatışma sona erdi. "Operasyon büyük zaferle sonuçlandı" Daha sonra ağustosta bir sabotaj grubu gönderdiler. Temas hattını geçtiler ve orada bizim askerlerimiz onlara silah bıraktırdı. Bir yıl önce Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulunda yaptığım konuşmada Ermenistan'ın yeni savaşa hazırlandığını demiştim. Üç gün sonra bizim mevzilerimiz ve yerleşim birimlerimiz yeniden topçu atışı altına alındı. Yine şehitler verdik. Ve benim emrimle geniş kapsamlı karşı saldırı operasyonuna başladık ve bildiğiniz gibi bu operasyon büyük zaferle sonuçlandı. Bir yıla dönüp baktığımızda elbette tüm bu gelişmeleri, tüm bu olayları daha net analiz etme olanağı elde ediyoruz. Görünen o ki Ermenistan yönetimi, iktidara yeni gelmiş yönetim herhangi bir askeri başarıyla da övünmek istiyordu, herhangi bir askeri başarı elde etmek istiyordu. Fakat hesapları tutmadı, çok büyük hata yaptılar. Bunun sonucunda da acı yenilgiye uğradılar. SORU: Sayın Cumhurbaşkanı, bu savaş önlenemez miydi? Çok uzun süre faaliyet gösteren Minsk Grubu eş başkanlarının temasları vardı. Minsk Grubu eş başkanları veya başka faktörler bu savaşı önleyebilirler miydi, nasıl önlemeleri gerekirdi aslında? ALİYEV : Tabii önleyebilirlerdi. Defalarca ben bu konuyla ilgili görüşlerimi bildirmiştim. Minsk Grubu zamanında Ermenistan'a ciddi baskı yapsaydı tabii ki Ermenistan işgal altında tuttuğu topraklardan çıkmak mecburiyetinde kalacaktı. Böyle bir durumda savaşa gerek kalmazdı. Minsk Grubuna eş başkanlık eden üç devlet BM Güvenlik Konseyinin üç daimi üyesi olmasına rağmen onlar bu baskıyı yapmadı. Bunlar dünya çapında en güçlü ülkeler olarak kabul ediliyor. Onların siyasi ağırlıkları, siyasi olanakları yok muydu ki Ermenistan'a bu ciddi mesajları göndersinler. Sadece 'ne savaş ne barış' siyasetini tercih ediyorlardı. "Savaş olmasın, kan dökülmesin" Diğer taraftan ben Minsk Grubu eş başkanlarına ve diğer büyük devletlere Ermenistan'a yaptırım uygulamaları konusunda defalarca müracaat ettim. Bu da savaşı önleyebilirdi. Çünkü bu yaptırımlar, Ermenistan'a büyük sıkıntılar yaşatacaktı ve onlar bizim toprağımızdan çıkmaya mecbur kalacaktı. Biz sorunun barış yoluyla çözülmesi için tüm yolları kullandık. Savaş olmasın, kan dökülmesin. Fakat bunun yanında ben diyordum ki biz bu durumu kabullenmeyeceğiz, ne pahasına olursa olsun kendi topraklarımızı kurtaracağız. Sadece şans veriyorduk. "Minsk Grubu olumlu ve cesaretli adımlar atmalıydı" Ermenistan'da 2018'de iktidara gelen yeni yönetim müzakere sürecine de büyük darbe vurdu. Çünkü onların uygunsuz ve sorumsuz açıklamaları müzakere sürecini felç etti. Bu durumda Minsk Grubu olumlu ve cesaretli adımlar atmalıydı fakat onlar sadece gözlemliyorlardı. Sadece seyirci gibi yaklaşıyorlardı buna. Dolayısıyla 2. Karabağ Savaşı'nın başlamasında elbette en büyük sorumluluk Ermenistan'dadır. Aynı zamanda Ermenistan'ı zamanında durdurmayan büyük devletler de sorumluluk taşıyor. SORU: Uzun süre statükoyu devam ettirme stratejisi yürüttü eş başkanlığı yürüten ülkeler. Peki, zaferden sonra tekrar Minsk Grubu eş başkanlarının devreye girmesi söz konusu. Böyle talepler var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Bir faydası olacak mı bunun? ALİYEV : İşgal döneminde Minsk Grubuna başkanlık eden ülkeler, onların cumhurbaşkanları birkaç kez çok olumlu açıklamalar yaptı, neredeyse 7-8 yıl önce. Onlardan biri de şuydu ki, açıkça da beyan edilmişti ki statüko kabul edilemez ve değiştirilmelidir. Biz de bunu çok olumlu karşıladık. Bizzat ben bu konuyla ilgili kendi görüşlerimi defalarca beyan etmiştim ve demiştim ki bu uzun yıllardır beklenen bir açıklama. Statükonun değiştirilmesi işgalin sonlandırılması demektir. Fakat bu açıklamalardan sonra onlar pratik adımlara geçmediler. İlaveten, bir süre sonra bu açıklamadan da geri çekildiler ve eş başkanlarca ortaya yeni bir ifade atıldı: 'Statüko sürdürülebilir değil.' Bu açıklamalar arasında çok büyük fark var. Bir var 'kabul edilemez', bir de var 'sürdürülebilir değil'. O zaman da ben onları eleştirerek demiştim ki bu tutum değişikliği Ermenistan'ın işgalcilik politikasının değirmenine su taşıyor. Maalesef sonraki dönem de gösterdi ki Minsk Grubu bu konuyu çözmek düşüncesinde değildi. Ve savaş zamanında, 44 günlük savaşta biz bunu bir kez daha gördük. Çünkü bize karşı BM'de konuyu gündeme getiren Minsk Grubuna eş başkanlık yapan bazı ülkelerdi. Savaş sürüyor, biz kendi topaklarımızda uluslararası hukuku yeniden sağlıyoruz, adalet savaşına çıkmışız, BM'de bize karşı herhangi bir yaptırım konusunu ortaya atmak tamamen adaletsizdi. "Dağlık Karabağ sorunu sona erdi" Şimdiki döneme gelindiğinde Minsk Grubunun faaliyetini biz görmüyoruz diyebiliriz. Adeta müzakere süreci döneminde onlar geliyordu, önerilerde bulunuyorlardı, cumhurbaşkanları düzeyindeki görüşmelerin gündemini belirliyorlardı, müzakere edilecek konuları bize öneriyorlardı, her iki taraf da mutabakat esasında bu konuları müzakere ediyordu. Şimdi ise savaşın bitmesinden yaklaşık bir yıl geçmesine rağmen onlardan herhangi bir öneri yoktur. Bir kez Azerbaycan'a geldiler ve ben onlara dedim ki siz öneriler verin. Biz bu konuyu çözdük. Dağlık Karabağ sorunu sona erdi. Dağlık Karabağ adında idari birim mevcut değil. Bu günlerde BM Genel Kurul Toplantısındaki konuşmamda da tüm ülkelere seslenerek dedim ki rica ediyorum bundan sonra Dağlık Karabağ ifadesi kullanılmasın. Öyle bir birim yoktur Azerbaycan arazisinde. Karabağ bölgesi var, Doğu Zengezur var. Bu durumda Minsk Grubunun faaliyeti için bugün yeni konular ortaya çıkmalıdır. Dağlık Karabağ sorunu bitti. Şimdi ne yapılabilir. Güven artırıcı tedbirler, yolların açılması, koridorların açılması, barış sürecine destek vermek, Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerini düzene sokmak, Ermenistan ile Azerbaycan arasında barış anlaşmasının imzalanmasına çalışmak. Onların faaliyet alanı bundan sonra saydıklarımdan ibaret olmalıdır. Dağlık Karabağ'ın, olmayan bir kuruluşun statüsü olabilir mi. Elbette olamaz. Ben demiştim ve yine söylemek istiyorum ki eğer birileri Dağlık Karabağ'a statü vermek istiyorsa kendi ülkesinde bir arazi versin, orada bir kurum oluştursun veya cumhuriyet oluştursun, onların bağımsızlığını tanısın. Biz de tanıyalım fakat Azerbaycan arazisinde değil. SORU: Minsk Grubu eş başkanlarının 44 günlük savaştan sonra oluşan gerçekliği kabul etmesi ve bunun üzerine bir şeyler yapması gerektiğini mi söylüyorsunuz? ALİYEV : Minsk Grubundan bugüne kadar 2. Karabağ Savaşı'ndan sonra herhangi bir teklif bize verilmedi ve teklif olmadığı için Minsk Grubunun faaliyeti hakkında konuşmanın yeri yok. Artık bir yıl geçti. Ne teklif ediyorsun. Diyorsun ki bu çatışma çözülmelidir. Ben Azerbaycan olarak diyorum ki ben bunu çözdüm kendi başıma. Bütün baskılara rağmen. Dolayısıyla bir teklif olmalıdır. Neyle uğraşmalılar. Ben kendi fikirlerimi ifade ettim. Gerisi onların sorumluluğunda. SORU: Bölgede oluşan gerçeklikten sonra bir bildiri imzalandı Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya arasında. 9 maddelik bildirinin hayata geçirilmesi konusunda memnun musunuz? Geçen bir yıl içerisinde yeterince hayata geçirildi mi? Neler eksik bu maddelerden? "Ermenistan yükümlülüklerini yerine getirmedi" ALİYEV : Genel olarak memnunum. Çünkü oradaki başlıca konular çözüldü. Ermenistan bu bildiriye imza atarak yükümlülükler almıştı. Bu yükümlülükleri mecburi şekilde yerine getirdi. Bu yükümlülüklerin yerine getirilmesi savaştan hemen sonra oldu. O zaman işgal altında olan bölgelerden Ermeni güçlerin çıkartılması orada açıkça belirtiliyordu. Savaş bittikten sonra 20 gün içerisinde Ağdam, Kelbecer ve Laçın illeri bize geri verildi. O zaman Ermenistan çok sorumlu yaklaşıyordu bu konuya. Neden? Çünkü korku içerisindeydiler. Çünkü biliyordu ki eğer 10 Kasım'da bu bildiriye imza atmasaydı onların durumu daha da kötü olabilirdi. Yani bizi durduracak bir güç yoktu. Savaş döneminde ben defalarca Azerbaycan halkına hitap ederek diyordum ki Ermenistan bize tarih versin, takvim versin. Ne zaman bizim topraklarımızdan çıkıyor. Biz hemen savaşı durdurmaya hazırız. Bu tarih bize 9 Kasım'da verildi. Ermenistan kapitülasyona imza attı ve 10 Kasım'da savaş durdu. Dolayısıyla o önemli konuların çözümü Ermenistan'ın korku içerisinde olmasından kaynaklanıyor. Sonra ne oldu. Barış güçleri geldi. Bir süre geçti ve geride kalan konuların uygulanması durdu. Orada açıkça belirtiliyor ki Ermeni silahlı güçleri bizim toprağımızdan tam şekilde çıkartılmalıdır. Savaş bittikten 15-20 gün sonra Ermenistan'dan barış güçlerinin sorumluluğundaki bölgeden, Laçın koridorundan, kurtarılan topraklara sabotaj grubu gönderildi. 62 kişilik grup. Bu 10 Kasım bildirisine tam aykırıdır. Azerbaycan ordusu onları etkisiz hale getirdi ve onlar tutuklandı. Şimdi onlara savaş esiri diyorlar. Fakat gidin bakın uluslararası konvansiyonlara. Savaş esiri kimlere denir. Onlar savaş esiri değil. Savaş bitti, 10 Kasım bildirisi imzalandı. Ondan sonra gönderilen herhangi bir asker sabotaj grubu üyesi olarak tespit edilmelidir. Bu konu çözüme ulaşmadı. Bu çok önemli bir konu ve ısrar ediyoruz ki çözüme kavuşsun. Tam çözümünü bulsun. Kısmen çözüme kavuştu. Diğer konu koridorların açılmasıdır. 9 Kasım'dan 10 Kasım'a geçen gecede imzalanan bildiride açıkça belirtiliyor ki Azerbaycan'ın ana karası ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında bağlantı kurulmalıdır. Bu bağlantı sağlandı mı? Hayır. Bu bağlantıyı sağlamak için o kadar da büyük zamana ihtiyaç yok. Burada kara yolu mesafesi toplam 40 kilometre. Biz şimdi savaştan sonraki bir yılda 1000 kilometreden fazla yol yaptık hem toprak yol hem asfalt yol. Şimdi orada 40 kilometrelik yolun açılması büyük problem değil. Fakat buna rağmen hatta Ermenistan buna rıza göstermiyor. Müzakereler sonuçsuz kalıyor. Ermenistan, 10 Kasım bildirisinin şartlarını kabaca ihlal ediyor. Biz şimdilik sabırlı davranıyoruz. Temkinli davranıyoruz fakat bizim sabrımızın da sınırı var. 2. Karabağ Savaşı gösterdi ki sabrımız tükendiğinde neler oluyor. Dolayısıyla Ermenistan yönetimine şans veriyoruz ki 10 Kasım bildirisinin tüm şartlarını yerine getirsin ve sorumlu davransın. SORU: Laçın koridorunun kontrolünü o bölgede görev yapan geçici görevli Rus askerleri sağlıyor. Sabotaj gruplarının faaliyetlerine ilişkin şikayetlerinizi Moskova'ya ilettiğinizde nasıl cevap alıyorsunuz ve size verilen yanıtlar bölgeye yansıyor mu? ALİYEV : Elbette biz bu durumlarla ilgili Rusya'ya şikayetlerimizi belirtiyoruz. Haklı şikayetlerimizi belirtiyoruz. Fakat o sabotaj grubunun oraya girmesi o zaman oldu ki Rus barış güçleri henüz tam yerleşmemişti. Çünkü 10 Kasım'da savaş sona erdi. Ondan sonra süre gerekiyordu ki Rus barış güçleri, yaklaşık 2 bin asker oraya yerleşsin. Orada boşluklar çoktu. Burada adil olmak zorundayız. Onlar henüz o bölgeyi tam kontrol altına alamamıştı. Ermeniler de bunu fırsat bilerek sızdı bizim kurtarılan topraklara. "Egemenliğimize saygı gösterilmedi" Fakat genel olarak Rus barış gücünün faaliyetini olumlu değerlendirebilirim. Elbette bizim memnun olmadığımız konular da var, şikayetlerimiz de var. İlk sırada bizim topraklarımıza yabancı ülke vatandaşlarının yasa dışı ziyaretleriyle ilgili. Biz defalarca bu konuyu gündeme getirdik. Çünkü Karabağ bizim arazimizdir. Bizim iznimiz olmadan o bölgelere hiçbir yabancı vatandaş veya araç giremez. Bizden izin alınmalıdır. Fakat söyleyebilirim ki tam, yüzde yüz düzeyde bu henüz çözülmedi. Halbuki onu da söylemeliyim ki yabancı vatandaşların Karabağ'a yasa dışı gelmesi durumları çok az sayıdadır. Bunu da belirtmeliyiz. Bizim politikamız ve ısrarlarımız sonucu artık bu sürece de son veriliyor. Fakat biz elbette isterdik ki bizim egemenliğimize, toprak bütünlüğümüze tam şekilde saygı gösterilsin. Zaten üst düzey Rus yetkililer de Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğunu belirtiyor. Bu durumda orada görev yapan askerler de faaliyetlerini bu açıklamalara uygun şekilde yürütmelidir. SORU: Geçtiğimiz günlerde Ermenistan Savunma Bakanı ile Rusya Savunma Bakanı'nın bir görüşmesi olmuştu. O görüşmeden sonra "Ermenistan'ı silahlandırılma süreci yeniden başladı" şeklinde açıklama yapıldı. Bu açıklama size ne düşündürüyor. Bu silahlandırma süreci bölgeyi nasıl etkiler. Yok olan bir Ermenistan ordusu şimdi yeniden Rus silahlarıyla ayağa kalkmaya çalışacak. Bu konudaki düşüncelerinizi almak isterim. ALİYEV: Bu konudan haberdar olduğumuzda hemen Rusya tarafına sorduk, bu konunun ne olduğu ile ilgilendik. Fakat bize bilgi geldi ki Ermeni basınında çıkan bu açıklama gerçeği yansıtmıyor. Rusya Savunma Bakanı böyle sözler söylemedi. Bu, Ermenistan propagandasının çirkin amelidir. Böyle söz söylenmedi. Bize resmi şekilde bildirildi ki böyle bir plan yok. Ermenistan ordusunun yeniden bedava silahlandırılmasıyla ilgili biz Rusya tarafından yeterli yanıtı aldık. Biz bu konuyu gündemden çıkarttık. Bu, Ermenistan'ın çirkin amellerinden vazgeçmediğini gösteriyor. Ortaya atılan bu yalan ilk önce çok büyük hatadır. Eğer sen Rusya Savunma Bakanı'nın söylemediği sözleri yayıyorsan bu en azından sorumsuzluktur, provokasyondur. İkincisi, biz bunu defalarca işgal döneminde de gördük, işgalden sonra da gördük, Ermenistan ve Rusya'da faaliyet gösteren Ermeni lobisi her gün Rusya ile Azerbaycan ilişkilerinde çatlak oluşması için çalışıyor. Her gün, düzenli olarak. Onların günlük işi Azerbaycan'a kara yakmak, Rusya basınında Azerbaycan'la ilgili olumsuz imaj oluşturmak, Rusya ile Azerbaycan'ın ilişkilerine gölge düşürmektir. Düşünüyorlar ki bu durumda intikamcı güçler yeniden başkaldırarak bize karşı savaşa çıkabilirler. Fakat onlar yanılıyor. Birincisi Rusya-Azerbaycan ilişkileri yeteri kadar yüksek düzeyli ilişkilerdir ve biz tüm konuları açıkça müzakere ediyoruz. Cumhurbaşkanları düzeyinde, savunma bakanları düzeyinde, dışişleri bakanları düzeyinde. Herhangi tarafı rahatsız eden bir konuyla ilgili biz derhal temasta bulunuyoruz ve bu konuları çözüyoruz. Bugün söyleyebilirim ki Rusya-Azerbaycan ilişkilerinde herhangi acil meseleyi çözmekle ilgili bir konu da yoktur. Çünkü bu ilişkiler yeteri kadar olumludur. Ermenistan'ın bu propaganda çabaları onlara başarı getirmeyecektir. Ermenistan'ın yeniden silahlanmasıyla ilgili bizim endişemiz Rusya tarafından anlayışla karşılanıyor. SORU: Bölgedeki mevcut sorunları konuşmak için sizin, Sayın (Rusya Devlet Başkanı Vladimir) Putin'in ve (Ermenistan Başbakanı Nikol) Paşinyan'ın bir araya gelmesi kısa dönemde söz konusu mu? ALİYEV: Biz bir kez üçlü görüşme yaptık. Bu yılın başlarında, ocak ayında Moskova'da üçlü görüşme gerçekleştirildi. Bu görüşmede daha ziyade savaş sonrası dönemle ilgili konular müzakere edildi çünkü savaşın bitmesinden sadece 2 ay geçmişti. Sonrasında cumhurbaşkanları düzeyinde üçlü görüşme olmadı. Fakat başbakan yardımcıları düzeyinde bir çalışma grubu oluşturuldu. Bu grupta ilk olarak Zengezur koridorunun açılması konusunda çalışmalar yapıldı fakat haziran başında Ermenistan bu gruptaki katılımını seçimler nedeniyle bitirdi. Haziranda orada seçim yapıldı ve ağustos ortasında bu grup yeniden bir araya geldi. Gelecek ay yine bir araya gelecekler. Bu grubun önemli bir format olduğunu düşünüyorum çünkü henüz bir sonuç olmasa da bir temas mevcut. Temas şimdiki durumda gerekli bir araçtır ve bu temaslarda birçok konu çözülebilir. Biz Azerbaycan'da Zengezur koridorunun oluşturulmasına yönelik geniş çaplı çalışmalara başladık. Zengilan'a demir yolu ve kara yolu yapılıyor, havalimanları inşa ediliyor. Dolayısıyla biz kendi topraklarımızdaki işleri 2 yıl içerisinde bitireceğimizi düşünüyorum çünkü buradaki işlerin hacmi çok büyük. Ermenistan arazisindeki demir yolu ve kara yolunun uzunluğu 40 kilometredir. Bu 1 ila 1,5 yılda yapılabilir. Biz bunu bekliyoruz. SORU: Bir yıl bile dolmadan işgalden kurtarılan topraklarda çok büyük projeler gerçekleştirdiniz. Mesela Fuzuli havalimanı 1 sene olmadan artık uçakların inip kalktığı bir proje haline geldi. Kara yolları hakeza öylesine. Siz kara yollarının Ermenistan sınırına kadar temelini attınız. O iş ilerliyor. Bu konuda çok büyük projeler yapıyorsunuz. Hem bu projelerle hem de o bölgede yaşayan Ermeniler var, onların geleceğiyle ilgili neler söyleyebilirsiniz? ALİYEV: Siz tam haklısınız. Biz zaman kaybetmeden, savaş biter bitmez harekete geçtik. Bu devletimizin gücünü gösterdi. Çünkü bu işleri görmek için sadece para yetmez. Kaynak, kadro, ekip, teknik olanaklar, yeterlilik olmalıdır. Biz tüm güçleri seferber ettik. Elektrikle ilgili konuları yıl sonuna kadar tamamlayacağız. Tüm bölgeye elektrik verilecek. Yol yapımları da sürüyor. Bunu her şeyden önce kendi vatandaşlarımız için yapıyoruz ki bu bölgeyi yeniden kuralım ve geçmiş mülteciler kısa zamanda oraya dönebilsin. Artık birinci pilot köy projesi Zengilan ilinde yıl sonunda ya da gelecek yılın başlarında hazır olacak. Karabağ'da yaşayan Ermeniler de bunu görüyor. Çünkü bizim televizyonlara bakıyor, radyolarımızı dinliyorlar. Burada hangi işlerin yapıldığını görüyorlar. Artık birkaç kez Ermeni halkından olan kişilerin bizim Şuşa'da askeri mevzilerimize gelerek onların da bu işlere alınmasını rica etmesi tesadüfi değil. Onlar orada işsiz güçsüz kalmış. İşsizlik, sefalet ve ümitsiz bir durumdalar. Biz buna olumlu yaklaşıyoruz. Fakat bunun yasal tarafının tam oturması lazım. Biz orada yaşayan Ermenileri kendi vatandaşımız olarak kabul ediyoruz. Onlar Azerbaycan toprağında yaşıyorlar. Karabağ her zaman Azerbaycan toprağı olmuştur. Sovyet döneminde, önceki dönemde de, işgal döneminde de bu böyleydi. Biz onları Azerbaycan vatandaşı olarak görüyoruz. Sadece onlar bunu kabul etmeliler. Onlar bu Ermeni propagandasından kurtulmalılar. Onlar kendi geleceklerini, çocuklarının geleceğini sağlamalılar. Biz hazırız onların da işlere katılımını sağlamaya. Neden etmeyelim. Biz geleceğe stratejik açıdan barış prizmasıyla bakıyoruz. Çünkü ben bir daha savaş olmasın istiyorum. Ermenistan tarafında intikamcı akımlar başkaldırmazsa biz bir daha savaş başlatmayacağız. Eğer Ermenistan'da bize karşı herhangi bir tehdit oluştuğunu görsek o tehdidi imha etmeliyiz. Bu bizim meşru hakkımızdır. Fakat böyle bir tehdit olmasa bizim başka bir düşüncemiz yok. "Evlerin yüzde 95'i işe yaramaz durumda" Karabağ'da yaşayan 25 bin Ermeni de inşaat, imar işlerinde yer alabilir. Aynı zamanda gelecekte yaşadıkları yerlerde, köylerde onlar için olanaklar sağlarız. Karabağ ve Doğu Zengezur'la ilgili planlarımız göz önündedir. Ağdam şehrinin master planı onaylandı. Yakın gelecekte Cebrayıl ve Fuzuli şehirleri ile genel olarak illerin master planları onaylanacak. Bu bizim gücümüzü gösteriyor ve biz Ermenilerin Karabağ'da yaşadığı köylerde de bunları yapabiliriz. Ben zaferden sonra bölgelere onlarca sefer ettim. Orada Ermenilerin yaşadığı bazı köylerde karşılaştığım manzara beni hayretler içerisinde bıraktı. İnsana yakışmayan bir durum. Bazı köylerde evler analiz ediliyor. Evlerin yüzde 95'i işe yaramaz durumda. Yani orada hiç kimse yaşayamaz. Onlar yıkılmalıdır. Böyle rezil durumda 30 yıl yaşayan bir toplum gün yüzü görmek istiyor. Işık ise yalnız Azerbaycan'dan gelecek. Onlar için de bunun o kadar da kolay olmadığını anlamak gerekir. Burada psikolojik durum da dikkate alınmalıdır. Fakat biz iyi niyet sergiliyoruz ve onların mutlu ve refah içerisinde bir geleceğinin ancak Azerbaycan devletine bağlı olduğunu anlayacaklarını umuyorum. SORU: Türkiye ile Azerbaycan'ın ilişkilerinin geleceğine ilişkin neler düşünüyorsunuz? ALİYEV: Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki yıllarda da yüksek platformlardan Azerbaycan'ın haklı davası hakkında çok geniş bilgiler paylaşıyordu. Her zaman bu konu onun dış siyasetle ilgili konuları arasında bir numaralı meseleydi. Bu kez artık zaferden sonra orada (BM Genel Kurulunda) bu sözleri söylemesi bizi sevindirdi. Bu bir kez daha gösteriyor ki Recep Tayyip Erdoğan her zaman Azerbaycan'ın yanındadır. Savaşın ilk saatlerinde o Azerbaycan'ın yalnız olmadığı, Türkiye'nin Azerbaycan'ın yanında olduğunu belirtmişti ve bu bize ek güç vermişti, manevi güç vermişti. Türkiye'nin Azerbaycan için Azerbaycan'ın da Türkiye için ne kadar yakın ve candan bir ülke olduğunu biliyorsunuz. 10 yıllar boyunca biz büyük yol katettik ve ilişkilerimizi en yüksek düzeye çıkarttık. Dünya çapında buna benzer iş birliği, dostluk ve kardeşlik örneği olmadığını söylemiştim. Tarihleri, etnik kökenleri, dilleri aynı olan çok ülkelerin olduğunu fakat onlar arasında ne kadar ihtilaf, güvensizlik ve sorun olduğunu da söylemiştim. Etnik, dini, kültürel köklerin o ülkelerin kardeş ülke olacağı anlamına gelmiyor. Böyle örnekler çoktur. Hem Orta Doğu'da hem post Sovyet mekanında. Çok güçlü bir tarihi ve kültürel temel üzerinde böyle güzel ilişkiler sarayını inşa etmek bizim hususi hizmetimizdir. Hem Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın hem de benim. Burada tevazudan uzak olmalıyım, bu gerçektir. İkinci Karabağ savaşı bunu bir kez daha gösterdi. Türkiye bizim yanımızda olarak tüm dünyaya mesaj vermiş oldu ki 'karışmayın, müdahale etmeyin, Azerbaycan hak yolundadır. Eğer karışırsanız, müdahale ederseniz Türkiye'yi göreceksiniz.' Bu elbette çok büyük üstünlük ve avantajdı. "2. Karabağ Savaşı'ndan sonra ilişkilerimiz daha da yüksek basamağa çıktı" 2. Karabağ Savaşı'ndan sonra ilişkilerimiz daha da yüksek basamağa çıktı. Savaş bittikten sonra Sayın Cumhurbaşkanı'nı Şuşa'ya davet ettim. O Şuşa'ya gelinceye kadar başka ülkelerden kimsenin Şuşa'ya gitmeyeceğini söylemiştim. Hatta Türkiye'den gelenler olmuştu, oraya gitmek istiyorlardı. Onlara söyledim ki 'Teşekkür ederim fakat bekleyin. Kardeşim gelsin, Şuşa'ya gitsin ondan sonra yolunuz açıktır.' Şuşa Beyannamesinin imzalanması bizim ilişkilerimizi daha yüksek düzeye çıkardı. Şuşa Beyannamesi ile 'de-facto' olan ilişkilerimizi 'de-jure' düzeyine, müttefiklik düzeyine yükselttik. Zaten her alanda müttefiklik ilişkileri içerisindeydik. Fakat biz bunun resmiyete dönüştürdük. Bu gelecek faaliyetlerimiz için bir yol istikametidir. Biz bu yolla gideceğiz. Günden güne pekişen ilişkiler, artan ortak projeler, bizim dayanışmamız ve kardeşliğimizin tüm komşularımız için örnek olduğunu düşünüyorum. Tüm komşularımız eğer ilişkilerini Türkiye ile Azerbaycan gibi kursaydı o zaman dünyada hiçbir savaş olmazdı.

2 yıl önce

Almanya'da 18 Türk kökenli aday milletvekili seçildi

Geçici ilk resmi sonuçlara göre, Aydan Özoğuz, Hakan Demir, Metin Hakverdi, Macit Karaahmetoğlu, Derya Türk-Nachbaur, Mahmut Özdemir, Cansel Kızıltepe, Gülistan Yüksel ve Nezahat Baradari, Sosyal Demokrat Partiden (SPD) milletvekili seçildi. Yeşiller Partisinden Cem Özdemir, Ekin Deligöz, Canan Bayram, Filiz Polat ve Melis Sekmen meclise girmeye hak kazanırken, Sol Partiden Ateş Gürpınar, Sevim Dağdelen ve Gökay Akbulut da seçilen diğer Türk kökenli milletvekilleri oldu. Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinden Serap Güler milletvekili seçildi. TÜRK KÖKENLİ VEKİL SAYISI ARTTI Böylece geçen seçimde 14 olan Türk kökenli milletvekili sayısı bu seçimde 18'e yükseldi. Bunların dışında ayrıca seçilenler arasında, Türkiye kökenli Rum bir aileden gelen Takis Mehmet Ali de bulunuyor. Seçimde, 100'ün üzerinde Türk asıllı kişi adaylık açıklamıştı.

2 yıl önce

Almanya'da tarihi sonuçlar! Merkel sonrası hezimet

16 yıllık Angela Merkel dönemini bitiren seçim büyük çekişmeye sahne oldu. Sandık çıkış anketlerine göre SPD yüzde 25,7 ile birinciliğe uzandı. Muhafazakar Hristiyan Birlik Partileri (CDU-CSU) yüzde 24,1 ile ikinci sırayı alırken, koalisyon hükümetinin kaderini belirlemesi beklenen Yeşiller Partisi'nin oy oranı yüzde 14,8 oldu. Anketlere göre federal parlamentoya giren dördüncü parti Hür Demokrat Parti'nin (FDP) oyları yüzde 11,5. Aşırı ağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) yüzde 10,3 ile beşinci, Sol Parti (Die Linke) de yüzde 4,9 oy oranına sahip. Mevcut projeksiyonlara göre SPD'nin parlamentodaki sandalye sayısı 205, CDU/CSU'nun 194 olarak hesaplanıyor. SPD lideri Olaf Scholz, partisinin iktidar yetkisine sahip olduğunu söyledi. Büyük bir başarıya imza attıklarını ifade eden Scholz, "Sonuçlar, seçmenlerin beni başbakan olarak görmek istediklerini gösteriyor" dedi. Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) başbakan adayı Armin Laschet ise seçim sonuçlarını değerlendirdiği konuşmasına, 16 yıl Almanya Başbakanı olarak görev yapan Angela Merkel'e teşekkür ederek başladı. Armin Laschet, "Çok çekişmeli bir yarış olacağını biliyorduk" dedi. Laschet, henüz nihai sonuçlar belli olmasa da, ilk sonuçların kendilerini mutlu edemeyeceğini söyledi ve ekledi: "CDU liderliğinde bir hükümetin kurulabilmesi için her şeyi yapacağız". CDU/CSU, sandık çıkış anketlerine göre oyların yüzde 25'inden biraz daha fazla almış görünüyor ve bu, partinin Almanya'da federal düzeyde aldığı en düşük oy oranı. Almanya'da II. Dünya Savaşı sonrası yapılan hiçbir seçimde CDU/CSU'nun oy oranı yüzde 30'un altına inmemişti. KOALİSYON PAZARLIKLARI BBC'nin Avrupa'dan sorumlu editörü Paul Kirby, başından beri seçim sonuçlarının belirleyici olmadığının bilindiğini hatırlatıp Başbakan Merkel'in koalisyon kurulana kadar görevde kalacağını, koalisyon müzakerelerinin de Noel'e kadar uzayabileceği söylüyor. Merkel'in halefi, Avrupa'nın en büyük ekonomilerinden Almanya'yı gelecek dört yıl yönetecek ve gündemin baş maddeleri arasında da iklim değişikliği yer alacak. İktidarda yalnızca muhafazakârlar ve Sosyal Demokratlar'ın gözü yok. Koalisyon pazarlıklarında tavırları belirleyici olacak olan Yeşiller Partisi ve liberal Hür Demokrat Parti'nin (FDP) de gözü iktidarın parçası olmakta. İki parti de sandıkta çok büyük başarı elde etmedi ama oy oranlarının toplamı tüm oyların dörtte birine denk geliyor. Bu da, her iki büyük partiyi de ileriye taşıyabilecekleri anlamına geliyor. Ülkenin en büyük iki partisi Sosyal Demokrat Parti (SPD) ve Hristiyan Birlik partilerinin (CDU/CSU) "büyük koalisyon" kurmaması halinde, yeni hükümet için en az üç partinin bir araya gelmesi gerekecek. Tüm partiler, aşırı sağcı ve Avrupa Birliği karşıtı Almanya İçin Alternatif (AfD) Partisi'yle birlikte çalışmayacaklarını açıkladı. Bu durumda partilerin renklerini sembolize eden koalisyon seçenekleri şöyle: * 'Trafik Işığı': Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller Partisi-Hür Demokrat Parti koalisyonu * 'Kırmızı-kırmızı-yeşil': Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller Partisi-Sol Parti koalisyonu (Ancak Sol Parti'nin yüzde 5 barajını aşıp Federal Meclis'e girip giremeyeceği henüz netleşmedi) * 'Jamaika': Hristiyan Birlik partileri, Yeşiller Partisi, Hür Demokrat Parti koalisyonu. * SPD ve CDU/CSU'nun yanlarına Yeşiller Partisi'nin de almaları halinde 'Kenya', liberal Hür Demokrat Parti'yi de almaları halinde 'Almanya' koalisyonu gündeme gelebilir. Yeşiller Partisi, Sosyal Demokrat Parti'ye; liberal Hür Demokrat Parti de Hristiyan Birlik partilerine daha yakın. Ancak iki blok da koalisyon hükümeti kuramıyor. Sosyal Demokrat Parti de Hristiyan Birlik partileri de yeni hükümetin liderliklerinde kurulmasını istiyor ve birlikte hükümet kurmaya mevcut şartlarda sıcak bakmıyor. Yeşiller Partisi, Hristiyan Birlik partileri ve Hür Demokrat Parti'yle; ya da Hür Demokrat Parti, Sosyal Demokrat Parti ve Yeşiller Partisi'yle anlaşırsa koalisyon düğümü de çözülmüş olacak. Yeşiller Partisi'nin eş başkanı ve başbakan adayı Annalena Baerbock, 'muhteşem bir sonuç aldıklarını' söyledi. Annalena Baerbock, Almanya'nın yeni bir başlangıca ve 'iklim hükümetine' ihtiyaç duyduğunu ifade etti. YEŞİLLER PARTİSİ'NİN YÜKSELİŞİ Seçim kampanyasında bir ara Yeşiller ve adayları Annalena Baerbock'in oy oranı anketlerde yüzde 28 civarındaydı. Ama ilk projeksiyonlar partinin oy oranın yüzde 14,8 olduğunu ve FDP'nin üstünde üçüncü sıraya yerleştiğini gösteriyor. Yine de daha önce genel seçimlerde (2009'da) oy oranı yalnızca yüzde 10'un biraz üstünde çıkan bir parti için bu sonuçlar oldukça yüksek. Bu da iklim değişikliğinin Almanlar için ne kadar önemli hale geldiğine işaret ediyor. Yeşiller Partisi daha önce hükümetin küçük ortağı olmuştu ama hiçbir zaman aldıkları destek bu seviyeye çıkmamıştı. Yeşiller Partisi'nin dışişleri bakanı olarak görev yapan ve Almanya'da 1998-2005 arasında merkez soldan iktidar olan Gerhard Schröder döneminde başbakan yardımcılığı da yapan merkez sol üyesi Joschka Fischer'i hatırlıyor olabilirsiniz. 'PARTİ DAHA İYİ YAPABİLİRDİ' Sonuçlar iyi görünse de anketlerdeki oranlara göre düşük kalıyor. BBC'ye konuşan Yeşiller Partisi milletvekili ve partinin dış ilişkilerden sorumlu üyesi Omid Nouripour 'partinin daha iyi yapabileceğini' ama halkın gözündeki algıları henüz yıkamadıklarını söyledi. Nouripour, "Kampanya yaparken yaşadığımız en komik durum, halkın gelip size yasaklar partisi olduğunuzu söylemesi oluyor. 'Arabalarımızı, uçaklarımızı, köprülerimizi, veya nehirlerimizi her neyse elimizden almak istiyorsunuz', diyorlar. Bu yıkmamız gereken bir klişe" dedi ve ekledi: "Son haftalarda iyi iş çıkaramadık. Bu daha sonra konuşmamız gereken hatalarımızdan biri. Ama günün sonunda bu klişeler sonsuza dek kalmayacak ve üstelerinden geleceğiz." GENÇLER KİME OY VERDİ? İlk seçim projeksiyonlarına göre 30 yaş altı seçmenlerde iki parti öne çıktı. Yeşiller Partisi ve Hür Demokrat Parti (FDP) gençlerin oylarının yüzde 40'tan fazlasını almış görünüyor. FDP ve Yeşiller, seçim sonrası gelecek koalisyon görüşmelerinde en çok söz sahibi olacak partiler olarak öne çıkıyor. Sosyal Demokratların genç oylarında yeterince başarılı olmaması ise bazı kesimler tarafından şaşırtıcı olarak değerlendiriliyor. ZDF ve Forschungsgruppe Wahlen'in projeksiyonlarına göre genç seçmenin oy dağılımı şöyle: * Yeşiller - Yüzde 22 * Hür Demokrat Parti (FDP) - Yüzde 20 * Sosyal Demokrat Parti (SPD) - Yüzde 17 * Hristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) - Yüzde 11 * Sol Parti - Yüzde 8 * Almanya için Alternatif Partisi (AfD) - Yüzde 8

2 yıl önce

Cumhurbaşkanı Erdoğan: ABD Afganistan'dan çıktığı gibi Suriye'den ve Irak'tan çıkmalıdır

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın New York ziyareti sırasında CBC'e verdiği röportaj bugün yayımlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan röportajda, "ABD Afganistan'dan çıktığı gibi Suriye'den ve Irak'tan çıkmalıdır. Amerika, bölgedeki PKK, PYD, YPG gibi terör örgütleriyle mi hareket edecek yoksa NATO'da beraber olduğu dostuyla mı? ABD'nin bunun kararını vermesi lazım. ABD'nin Türkiye'ye saldıran terör örgütlerine desteğini kesmesi gerekiyor" dedi. 

1 2 ... 279 280 281 282 283 284 285 ... 383 384
Server Error
500
Server Error