20 Nisan Cumartesi 2024
1 yıl önce

İBB'nin 'belediyeden alındı' dediği yalılar geçmiş yıllarda Hazine'ye aitmiş!

CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mülkiyeti İBB'ye ait olan Ortaköy’deki Fehime ve Hatice Sultan yalılarını Belediye’den alınıp Hazine’ye devredilmesi sonrasında açıklamaları gündem olmuştu. Konuyla ilgili köşe yazısında açıklamalar yapan Habertürk yazarı Murat Bardakçı, her iki yalının da geçmişte Hazine mülkü olduğunu anlattı.  İşte Bardakçı'nın o yazısı: İstanbul Valiliği’nde toplanan “Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu”, mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Ortaköy’deki Fehime ve Hatice Sultan yalılarını Belediye’den alıp Hazine’ye devretti ve kıyamet koptu. Bu iki yalının geçmişini hemen her yönü ile bilen ve eski sahiplerinin ailelerini de yakından tanıyan bir kişi olarak kısaca söyleyeyim: Komisyon’un kararı doğrudur, zira her iki yalı da geçmişte Hazine’ye ait mülklerdir. Yalılarının koskoca bir roman teşkil edecek derecede maceralarla ve trajedilerle dolu tarihlerine kısa da olsa temas etmeden önce, senelerdir yapılan bir hatayı düzelteyim: Hatice Sultan Yalısı’nın yanında bulunan ve “Fehime Sultan Yalısı” diye bilinen bina Fehime Sultan’a değil, Sultan Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’a aitti. Fehime Sultan’ın bugün vârolmayan yalısı bu iki yalıdan sonra gelirdi ve şimdi Boğaz Köprüsü’nün ayaklarının bulunduğu yerin Beşiktaş istikametinde hemen gerisinde yeralırdı. Ortaköy’deki bu iki yalı ile alâkalı mülkiyet tartışmasının geçmişi şöyledir: Saltanat zamanında hanedan mensubu olan şehzadelerin ve sultanların yaşadıkları yalıların, köşklerin veya konakların onların mülkü olduğu zannedilirdi ama mesele öyle değildi, böyle muhteşem binaların tamamına yakını “tâcın malları”nı idare eden ve özerk bir kuruluş olan “Hazine-i Hâssa”ya aitti. Yalılar, köşkler ve konaklar Hazine-i Hâssa’nın mülkü idi, şehzadeler ile sultanlara padişahın talimatı ile tahsis edilmişler, yani kullanmaları için verilmişlerdi ve buralarda yaşayan hanedan mensuplarının ölümleri yahut herhangi bir sebeple artık o mekânı kullanmaması üzerine binalar yine Hazine-i Hâssa’nın idaresine geçerdi. 
Ortaköy’de şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Ankara arasında tartışma ve gerilim konusu olan Hatice ile Fehime, daha doğrusu Naime Sultan yalıları da geçmişte Belediye’ye değil, Hazine-i Hâssa’ya ait idiler. Hazine-i Hâssa’ya ait bütün mülkler Meclis’in 3 Mart 1924’te kabul ettiği, hilâfeti kaldırıp Osmanlı Hanedanı’nı sürgüne gönderen 431 sayılı sürgün kanununun onuncu maddesi ile millete intikal etmiş, yani Hazine’ye geçmişti ve böyle binlerce mülkün arasında, Ortaköy’deki yalılar da vardı. Muamma, benim için işte burada başlıyor: Sonra ne olduysa oldu, nasıl yapıldıysa yapıldı ve Hazine’ye ait olan bazı mekânlar zamanla İl Özel İdareleri’nin mülkü oldular. Ortaköy’deki yalılar da İstanbul İl Öze İdaresi’ne geçtiler ama, 2014’te büyükşehir belediyesi olan illerdeki il özel idarelerinin lâğvedilmesi üzerine yine nasıl olduysa oldu ve Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiler. “Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu”, dün Fehime Sultan ve Hatice Sultan yalılarının mülkiyetini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) alarak Hazine’ye devretti; yani yalılar eski sahibine dönmüş oldular. BÖYLE OLDUĞUNA BİZZAT ŞAHİDİM! Bu kadar kesin konuşmanın sebebi bunun böyle olduğuna, yani yalıların daha önce Hazine’ye ait bulunduğuna bizzat şahit olmamdır! 1990’ların sonlarında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girebilme maratonunun başladığı günlerde devletin geçmişte elkoyduğu gayrımenkullerin sahiplerine iadesi konusu da gündeme gelmiş, tek-tük de olsa bazı azınlık vakıfları ellerinden alınan gayrımenkullere yeniden sahip olabilmişlerdi. Bu gelişme üzerine, Hatice ve Naime Sultan’ın dostlarım ve hattâ arkadaşlarım olan torunları da “Acaba büyükannelerimizin mallarını geri alabilir miyiz?” diye düşündüler... Sultanların soyundan gelen bu kişiler Osmanoğlu ailesinin sürgün nesli idi, Türkiye’de yaşamıyorlar ve Türkçe de bilmiyorlardı. Birgün, yanılmıyorsam Paris’te beraber olduğumuzda meseleyi bana da açmışlardı ve cevaben “Bu yalıların şahsî mülk olduğunu tahmin etmiyorum; hele Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmiş olan ağabeyinin kızınının böyle kıymetli bir mekâna sahip olmasına izin vereceğini de hiç zannetmem” demiştim. 
Aradan birkaç ay geçti, torunlar İstanbul’a geldiler, konuyu açıklığa kavuşturabilmek için tapu kayılarını görmek istediler ve eski harfli kayıtları okumam için benim de onlarla beraber tapuya gelmemi arzu ettiler. Randevu alıp Beşiktaş Tapusu’na gittik, eski kayıtlar açıldı, ada ve parsel numaralarını bilmediğimiz için yalıların tam yerini tesbit edebilmek hayli zaman aldı ama aradığımız mekânlar zor da olsa nihayet bulundu. Her iki yalı da Maliye Hazinesi’nin mülkü idi! Hiçbir zaman sultanlara ait olmamış, padişahın kızları o muhteşem mekânları bir çeşit “lojman” olarak kullanmışlardı! Naime Sultan’a ait yalı sonraki senelerde Gazi Osmanpaşa İlkokulu yapıldı ama 2002’de cayır cayır yandı! Hatice Sultan Yalısı da senelerce İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’ne kiralandı, kira sözleşmesi 2006’da sona erdi, boşaltılması hayli tartışmalı oldu ve sonraki senelerde bu iki yalı üzerinde bir mülkiyet mücadelesidir sürdü, gitti... Yalıların eski sahibi olan Hazine’ye devri ile bu mücadele şimdi yeni bir safhaya girmiş bulunuyor... İSTANBUL’DA NADİR YAŞANAN BİR SKANDAL Her iki yalı da bundan 118 sene önce, 1904’te, İstanbul’un en namlı aşk skandallarından birinin mekânı olmuş, çıkan dedikodular senelerce devam etmiş ve talihin garip bir cilvesi ile Hatice ile Naime Sultan’ın hayatları da felâketlerle sona ermişti... İşte, Ortaköy’de bundan 118 sene önce yaşanan skandalın kısa öyküsü: Sultan Beşinci Murad 1876’ta tahtından indirilip hanımları ve çocuklarıyla beraber Ortaköy’deki Çırağan Sarayı’na hapsedilmiş, yerini kardeşi İkinci Abdülhamid almıştı. Devrik hükümdar, ailesiyle Çırağan’da çile doldururken geçen senelerle beraber kızlarının evlilik çağı da gelip geçti ve Beşinci Murad’ın büyük kızı Hatice Sultan, amcası Abdülhamid’e “Yaşadığı zindandan kurtulabilmek için koca olarak bir haremağasına bile rıza göstereceği” yolunda haberler gönderdi. 
O sırada 31 yaşına gelmiş olan Hatice Sultan’ın ricası kabul edildi ama Abdülhamid padişah kızlarının İstanbul’un seçkin ailelerine mensup delikanlılarla evlendirilmeleri teamülünün dışına çıktı ve hükümdarın devrik ağabeyinin kızına sarayda çalışan, sıradan ve hiç de yakışıklı olmayan Ali Vâsıf Efendi adında bir koca bulundu. Hatice Sultan ile Ali Vâsıf Efendi evlendiler ve Abdülhamid’in kendilerine tahsis ettiği Ortaköy’deki yalıya yerleştiler... Abdülhamid, kendi kızlarından ikisi, Naime ve Zekiye Sultanlar’ı Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın iki oğluyla evlendirmişti ve bu evlilikleri gören Hatice Sultan, Ali Vâsıf Efendi gibi sıradan bir kişinin kendisine koca olarak seçilmesini hazmedemedi. “Amcam kızlarını Paşa’nın oğullarına verirken bana kimi lâyık gördü?” diye düşünüyordu. Üstelik, babası Beşinci Murad’ın tahttan indirilmesinde Abdülhamid’in parmağı olduğundan emindi... Sonra hem kendisinin, hem de babasının intikamını almak için bir plan hazırladı: Abdülhamid’in Gazi Osman Paşa’nın oğullarından Kemaleddin Paşa ile evli olan kızı Naime Sultan hemen bitişiğindeki yalıda oturuyor ve Kemaleddin Paşa’nın arada bir başka hanımlarla ilgilendiği de biliniyordu. Hatice Sultan, Kemaleddin Paşa’nın bu zaafını kullanıp Paşa’yı kendisine âşık edecek ve gizlice mektuplaşmaya başlayacaklardı. İki yalı arasındaki yazışmalar aylarca devam etti, yasak bir aşkın belgesi olan mektuplar günün birinde her nasılsa Abdülhamid’in eline geçti ve bütün İstanbul, bir anda Ortaköy’deki skandalı konuşur oluverdi! Ama, hükümdarın mektupları görmesini bizzat Hatice Sultan’ın sağladığı ve bütün bunları yapmakla kendisinin ve babasının intikamını almış olduğuna inandığı söyleniyordu... Abdülhamid hem padişah hem de kayınpeder olarak ihanete uğramıştı ve gazabı şiddetli oldu: Kızı Naime Sultan’ı Kemaleddin Paşa’dan hemen boşattı, sabık damadını bütün unvanlarını alıp Bursa’ya sürgün etti, kızını bir başka Paşa ile nikâhladı ve yeğeni Hatice Sultan’ın yalıdan dışarıya adım atmasını yasakladı. Rezalete tahammül edemeyen Ali Vasıf Bey de Hatice Sultan’ı boşayıp kayıplara karıştı... 
Aradan beş sene geçti, Abdülhamid tahtından indirildi, Bursa’da sürgünde olan Kemaleddin Paşa İstanbul’a döndü, Hatice Sultan’a gidip evlenme teklif etti ama reddedildi. Amcası Abdülhamid’in devrilmesiyle yalıdaki hapis hayatı nihayete eren Hatice Sultan, Rauf Hayreddin Bey adında bir diplomatla evlendi ve bir oğluyla bir kızı oldu. Derken 1924’e gelindi ve o senenin 3 Mart’ında Osmanlı Hanedanı’nın bütün mensupları Türkiye sınırları dışına çıkartıldılar. Sürgün, Ortaköy yalılarının sâkinlerine ardarda felâketler getirecekti... Hatice Sultan’ın kocası Rauf Hayreddin Bey gurbete gitmek istemedi ve karısını boşayıp Türkiye’de kalınca Hatice Sultan sürgüne kızı Selma ve oğlu Hayri ile beraber gitti. Lübnan’a yerleşti, kızını bir Hint racasıyla evlendirip Hindistan’a gönderdi ama oğlu Lübnan’da intihar etti ve Beşinci Murad’ın bahtsız kızı, 1938’in 13 Mart’ında Beyrut’ta tek başına, yokluk içerisinde can verdi. Kocasını kuzeni Hatice Sultan’a kaptıran Naime Sultan ise sürgünün ilk senelerinde Fransa’da yaşadı ama geçim sıkıntısına düştü, Fransa’dan ayrılıp ikinci kocasının memleketi olan Arnavutluk’a yerleşti ve onun âkıbeti de facia ile noktalandı: Tiran’da 1944’teki komünist darbe sırasında ortadan kayboldu! Ortaköy’deki yalıların pek öyle tekin mekânlar olmadığını herhalde farketmişsinizdir...

1 yıl önce

Erhan Afyoncu: “Elon Musk İstanbul’un fethiyle ilgili attığı tweetinde ‘Açık Unutulan Kapı’ efsanesine atıf yapıyor.”

Ünlü milyarder Elon Musk'ın sosyal medyada yaptığı İstanbul paylaşımı bir anda gündem oldu. Musk'ın İstanbul'un fethi ile ilgili yaptığı paylaşımda "Kapıyı kilitledim m?" ifadesi yer alıyordu. Çok sayıda Türk kullanıcı Musk'ın paylaşımına yorum yaparken, paylaşımın zamanlaması da dikkat çekti. O PAYLAŞIMIN ARKASINDAKİ GERÇEK ORTAYA ÇIKTI Elon Musk'ın yaptığı paylaşımla ilgili dikkat çeken bir yorum geldi. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Erhan Afyoncu o paylaşımdaki ifadenin "Açık unutlan kapı" efsanesine dayandığını söyledi. Afyoncu, söz konusu efsanenin gerçekle alakasının olmadığının altını çizerek, "Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler’in eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır" ifadelerini kullandı. https://twitter.com/eafyoncu/status/1538071326233182208?s=20&t=rmINDNK4Jll_X3SgIse3tg Erhan Afyoncu'nun Twitter hesabından yaptığı paylaşım şöyle: Elon Musk İstanbul’un fethiyle ilgili attığı tweetinde ‘Açık Unutulan Kapı’ efsanesine atıf yapıyor. Açık kapı söylentilerinin gerçekle alakası yoktur. Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler’in eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır.

1 yıl önce

Güldür Güldür Show’un beklenen 6’lı masa skeci yayınlandı: Ekrem İmamoğlu ti’ye alındı

Güldür Güldür Show, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati skeçlerinin ardından ‘6’lı masa’ skeciyle siyasi göndermelerine devam etti. Show TV’de bugün yayınlanan programda ‘6’lı masa’ skeci izleyenlerle buluştu. Güldüren skeçte muhalefet liderlerinin bir araya geldiği altılı masa taklit edildi. Skeçte 6’lı masanın dışında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da konu edildi. İşte skecin o bölümü: https://www.youtube.com/watch?v=mhGGeeKUVNw&feature=youtu.be

2 yıl önce

Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan sanatçılara destek mesajı: Daima yanlarında yer aldık, yer almayı sürdüreceğiz

İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarından satır başları: İnsan, ortak paydası üzerinde şekillenerek kendi cevabını veriyor. Sanatçılarımız icra ettiği sanat dalının ötesinde işte böyle önemli bir sorumluluğu üstlenirler. Közün üzerine ne kadar toprak atarsanız atın, maya sağlamsa içten içe yanmayı sürdürür. Milletimizde sanatına, sanatçısına sahip çıkarak kendi sentezini oluşturarak, yıkıcı ve kurak dönemi aşmasını bilmiştir. Müzik başta olmak üzere sanatın her alanında verdikleri eserlerle duayen sıfatını veren tüm sanatçılarımızı yad ediyoruz. "DAİMA SANATÇILARIMIZIN YANINDA YER ALDIK" Biz de verdiğimiz desteklerle daima sanatçılarımızın yanında yer aldık, yer almayı sürdüreceğiz. Korsanla mücadeleden telife, tiyatrodan sinemaya kadar verdiğimiz desteklerle sanatçılarımızın emeğine sahip çıkıyoruz. Ülkemize dünya çapında sanat merkezlerini kazandırdık. Büyük ve güçlü Türkiye'nin inşasında en hayati işlerden biri sanatçılarımıza düşüyor. Biz sadece kuru kuruya bir kalkınma hamlesi değil bir medeniyet ihyası peşindeyiz. Bunu da sizlerle birlikte başaracağız.

2 yıl önce

İngilizce kitabında el-Fihri'yi anlatan Türk yazar ABD'de "en çok satanlar" listesine girdi

New Jersey eyaletinde yaşayan yazar Yüksel, yazdığı İngilizce resimli çocuk kitabıyla ilkinde olduğu gibi Amazon'da "İslami Biyografi" kategorisinde en çok satanlar listesine girdi. Yüksel, "One Wish: Fatima Al-Fihri and the World's Oldest University" isimli yeni kitabıyla, ABD'de doğup büyüyen Müslüman çocuklara dünyanın en eski üniversitesinin kurucusu, Müslüman ilim kadını Fatıma el-Fihri'yi tanıtarak kendi kimliklerine duyduğu güveni artırmayı amaçladığını söyledi. Türkçesi "Bir Dilek" anlamına gelen yeni eserinde lirik bir anlatım dili kullanan Yüksel, illüstratör Mariam Quraishi'nin etkileyici çizimleriyle katkıda bulunduğu kitap hakkında, "Olağanüstü bir Müslüman kadının gerçek hikayesini ana dili İngilizce olan çocuklara aktararak onlara hayallerinden vazgeçmeyen bir insanın dünyayı nasıl değiştirebileceğini anlatmak istedim." dedi. Tam adı Fatıma Muhammed el-Fihri el-Kureyş olan ve günümüzde Tunus sınırlarındaki Kayrevan'da 9'uncu asırda doğan el-Fihri'nin adını ilke defa 12 yıl önce duyduğunu belirten yazar, "Onu daha önce tanımadığıma hayıflandım. Yaklaşık 1200 sene önce dünyanın en eski üniversitesini kuran bir Müslüman kadını çocuklarımıza tanıtma fırsatını tepemezdim." ifadelerini kullandı. "HAYATINI VE SERVETİNİ İLİME ADAMIŞ BİR KADIN" ABD'de çocukların rol model alacağı Müslüman şahsiyetlerle ilgili kaynakların "yok denecek kadar az olduğunu" söyleyen Münevver Yüksel, kendi çocukları ilkokuldayken aynı sıkıntıyı yaşadığını, bunun için kitabının kahramanı olarak "hayatını ve servetini ilime adamış örnek bir kadını" seçtiğini belirtti. Yüksel, fakih ve tüccar olan babası Ebu Abdullah Muhammed bin Abdullah el-Fihri'den kalan tüm mirasını ilim yolunda harcayan Fatıma el-Fihri'nin Fas'ın Fes şehrinde 859 yılında yaptırdığı Karaviyyin Camii ve Medresesi'nin Guinness Rekorlar Kitabı'nın ve UNESCO'nun "dünyanın en eski üniversitesi olarak" kayıtlarına geçtiğini vurguladı. Yüksel'in kitabına ilham kaynağı olan el-Fihri'nin üniversitesinde eğitim görmüş tarihi şahsiyetler arasında, İbn Rüşd, İbn Haldun, ve İbn Bace gibi felsefecilerin yanı sıra coğrafyacı Eş-Şerif el-İdrisi, mutasavvıf İbn Hazm ve tıp alimi İbn Meymun gibi isimler de bulunuyor. Yaklaşık 12 asırdır aralıksız hizmet veren ve bugün "Karaviyyin Üniversitesi" adıyla öğrenci yetiştirmeye devam eden eğitim kurumu, 4 binin üzerindeki el yazması eserle dünyanın en önemli kütüphanelerinden birine sahip. Çocuk yaşta ailesiyle 1975'te New York'a göç eden Yüksel'in, farklı kültür ve mimari özelliklere ait camileri anlatan İngilizce çocuk kitabı "In My Mosque" Amazon'da "çok satanlar" listesine girmiş, ABD'de birçok ödül kazanmıştı. Amerikan Okul Kütüphanesi Dergisi tarafından da ödüle layık görülerek devlet okulları kütüphaneleri için tavsiye listesine giren kitap, uluslararası düzeyde de beğeni toplamıştı.

2 yıl önce

AK Parti'li Çelik: İşgale kültür düşmanlığı ile cevap verilmez

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, şu ifadelere yer verdi: "Rusya'nın haksız işgaline karşı çıkmak doğrudur. Rus kültürüne, edebiyatçılarına, bestecilerine yasak getirmeye çalışmak ve Rus halkına karşı nefret söylemi üretmek son derece yanlıştır. İşgale karşı çıkmakla, Kültür düşmanlığını birbirine karıştırmak akılsızca bir iştir. Münih Filarmoni Orkestrası'nın Rus Şef Valery Gergiev'i uzaklaştırması, bir İtalyan Üniversitesi'nin Dostoyevski dersini kaldırması kendi kendini cezalandıran adımlardır. İşgale kültür düşmanlığı ile cevap verilmez. Toplumlar arası barış köprüleri kuran kültür ve sanatı yüceltmek temel prensibimiz olmalıdır. Siyasi mücadeleyi sanata düşmanlık olarak ele almaktan uzak durulmalıdır."

2 yıl önce

Yunus Emre Yılı ödül töreni... Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan Türkçenin önemine vurgu: 'Milli mücadeledir'

Türkçe'nin önemine vurgu yapan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasından satır başları şu şekilde; Bugün bizi bir araya getiren, ömrü boyunca yüreğinden süzülüp gelen sözlerinden başka silahı olmayan Yunus Emre'nin asırları aşıp gelen kahramanlığıdır. Üstat Necip Fazıl "Bir milletin edebiyatı yoksa o millet de yok demektir." Meşhur bir Fransız ise milleti şöyle tanılıyor: Edebiyatı olan toplumdur. Terör sadece insanların canına, malına, özgürlüğüne kastetmekle olmaz, milletlerin varlığının ve devamının teminatı olan dilini, edebiyatını, kültürünü bozmak da bir çeşit terördür. Türkiye maalesef her iki teröre birden maruz kalmıştır. Dilini yaşatamayan bir milletin önünde sonunda benliğini oluşturan değerleri birer birer kaybetmesi kaçınılmazdır. Türkçemizi yaşatmadan milletimizin geleceğine güvenle bakamayız. Medya dilimizin korunmasının ve doğru şekilde yeni nesillere aktarılmasının da ana mecrasıdır. Medyada doğru Türkçe kullanımıyla ilgili hassasiyeti çok yerinde görüyorum. Hz. Adem ile Hz. Havva validemizden beri insanoğlu yeryüzüne dağılmış, zamanla farklı kavimler, farklı diller, farklı kültürler ortaya çıkmıştır. Bugün dünyada konuşulan 3 binden fazla dil olduğu biliniyor. Bize düşen görev bunların tamamını bir ağacın yaprağı olarak görüp insanlığın ortak hazinesi telakki etmektir. "TÜRKÇENİN HER BİR KELİMESİ BİZİM İÇİN PAHA BİÇİLMEZ BİR MÜCEVHERDİR" Elbette her lisan kendi içinde estetikle örülmüş bir şiirdir adeta. Hiç şüphesiz kendi dilimiz, Türkçemiz başka güzeldir. Türkçenin her bir kelimesi bizim için paha biçilmez bir mücevherdir. Medarıiftiharımız Türkçemizle insanlığa armağan ettiğimiz her bir eser mukaddes sayarız. Bugün Adriyatik'ten Çin Seddi'ne uzanan geniş bir coğrafyada en çok kullanılan dil Türkçedir. Anadolu'da yeniden inşa edilen Türkçe, Yunus'un şiirleriyle hayat bulmuş, kökleşmiş, aşk ve mana dili olarak yeni bir kimlik kazanmıştır. Yunus'un aşk odunda pişirdiği her bir şiir çağları ve kıtaları aşarak bütün insanlığa mâl olan mısralara dönüşmüştür.  Malazgirt Zaferi'nin ardından Anadolu'yu fikren ve fiziken bayındır hale getirmek, temelinde adalet olan bir nizama kavuşturmak için çok çetin mücadeleler verdik. Fethettiğimiz bu topraklar kısa zamanda bambaşka bir çehreye büründü. Anadolu'ya taşınan medeniyetimiz Osmanlı ile olgunluk çağına erişti. Milletimiz Kur'an'ın temel kavramlarını, fiillerini, tabirlerini hayranlık uyandıracak bir marifetle Türkçeye taşıdı. Türkçe bu sayede kazandığı ifade kudretiyle tarihinin en parlak çağlarını yaşadı. Maalesef Arapça ve Farsça tamlamaların bolca kullanılmasıyla yazı dilimiz ile konuşma dilimiz arasında fark oluştu. Geçtiğimiz asrın başına geldiğimizde yazı diliyle konuşma arasındaki fark büyük ölçüde kapatılmıştı. Türkiye 1930'lu yıllara geldiğinde bu defa sözde dilde sadeleştirme faaliyetleri tefrit derecesinde neticelerin doğmasına neden oldu. "VERİLEN EMEKLER YOK EDİLMEK İSTENDİ" Asırlar boyunca dilimizin musiki kudreti kazanması kelimelerimizin birer nağme alması için verilen emekler yok edilmek istendi. Hayali kurulan şey aslında ecdadın bütün izlerini silmekti. Aleni, bariz, aşikar, ayan, sarih, üryan, berrak kelimeleri yerine günümüzde sadece "açık" kelimesini kullanmaya mahkûm olmamız başka nasıl izah edilebilir? Hele sosyal medya mecralarında kullanılan dil Türkçemiz için tam bir felaket habercisidir. Bugün milletimizin henüz bir asır önce yazılan Mehmet Akif şiirlerini, Atatürk'ün Gençliğe Hitabe'sini anlayamaması dilimize yapılan suikastın büyüklüğünü gözler önüne sermektedir. Lisanımızı tehdit eden bir diğer unsur ise tabelalarda, yazışmalarda yabancı kelime kullanma hastalığıdır. Türkçe'mizi korumak, geliştirmek ve zenginleştirmek için verdiğimiz mücadele, esasında bir milli mücadeledir, bir beka meselesidir. Türkçemizi kısırlaştırma çabaları aynı zamanda onu Avrupai dillerin istilasına da müsait hale getirmiştir. Çağdaşlıklarını ve ilericiliklerini ortaya koydukları fikirlerle, eserlerle, ürünlerle değil de kullandıkları yabancı kavramlarla göstermeye çalışanları acı bir gülümsemeyle takip ediyoruz. İnşallah diğer mücadelelerimiz gibi dilimizi koruma gayretini de başarıyla neticelendireceğiz. Bu konuda takip edeceğimiz yol Yunus Emre'nin yoludur.

2 yıl önce

Kapadokya'yı 2021 yılında 2 milyon 285 bin kişi ziyaret etti

Nevşehir Valiliği Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü tarafından açıklanan verilere göre, Kapadokya bölgesinde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak ziyarete açık tutulan Nevşehir, Ürgüp ve Hacıbektaş Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, Karanlık, El Nazar ve Gülşehir St. Jean kiliseleri, Derinkuyu, Kaymaklı, Özkonak, Tatlarin ve Mazı yer altı şehirleri, Göreme Açık Hava Müzesi, Zelve Ören Yerleri, Gülşehir Açık Saray Harabeleri, Hacıbektaş Veli Müzesi ve Hacıbektaş Atatürk Evi'ni, 2021 yılında 2 milyon 285 bin 895 yerli ve yabancı turist ziyaret etti. Kapadokya bölgesindeki tarihi ve turistik merkezleri 2020 yılında ise 992 bin 620 yerli ve yabancı turist ziyaret etmişti.

1 2 3 4 5 6 7