03 Mayıs Cuma 2024

Yeni Şafak yazarı: İnanmak istediğim, Türk diplomasisi başta olmak üzere çeşitli kurumların yeni açılımlarında Kırım Savaşı’nın tecrübesini dikkâte almış olmaları

Yeni Şafak yazarı: İnanmak istediğim, Türk diplomasisi başta olmak üzere çeşitli kurumların yeni açılımlarında Kırım Savaşı’nın tecrübesini dikkâte almış olmaları

Yeni Şafak yazarı Süleyman Seyfi Öğün, dünyada sistem belirleyicilerin yeni rotasını özetlediği yazısında, “Türkiye’nin burada doğrudan yeri yok. Türkiye’ye biçilen rol konumsal olarak BK’ın, Karadeniz ve Hazar üzerinden Asya’nın derinliklerine; yâni Türkistan’a taşıyacak hat üzerinde. Bu hat son derecede kritik. Rusya ile Hindistan’ın arasına giriyor. Dahası Çin’e bitişiyor. Hâsılı Türkiye’yi Karadeniz ve Hazar üzerinden oyuna sokmak istiyorlar. İlk adımı Türkiye’yi ekonomik olarak görece rahatlatmak olarak attılar. Bu Körfez sermâyesi(?) üzerinden sağlamış görünüyor. Sıra ikinci merhalede. Karadeniz’de Türkiye’yi Rusya’nın karşına, Ukrayna’nın yanına yerleştirmek. Tırmanan tahıl krizi, Karadeniz’in mayınlı bir hâle gelmesi, Rusya’nın keskin açıklamaları; ama en mühimi soğuklaşan Türk-Rus ilişkileri buna işâret ediyor.” değerlendirmesinde bulundu.

 

İşte Süleyman Seyfi Öğün’ün “Çırpınan Karadeniz” başlıklı yazısının tamamı:

 

“II. Harb-Umûmî’den sonra, “üzerinde güneş batmayan devlet” olarak bilinen Birleşik Krallık, küresel hâkimiyetini devâm ettireceği bir kapasiteden yoksun olduğunu kabûl etmiş ve geri çekilmiştir. Sahneye çıkan yeni güç ABD’dir. 

 

Aslında bu tablo, aşağı yukarı Güzel Zaman (Belle époque) olarak bilinen ve dünyâ kamuoylarına sahte bir “Ebedî Barış” serabı gördüren bir devirde yaşananların zarûrî bir neticesiydi. Sedan Savaşı sonrası, Güzel Zaman’ın başlangıcı sayılan 1871’de Birleşik Krallık ekonomisinin rakamları hiç de hoş değildi. Ortada ciddî bir verimlilik kaybı vardı. Üstelik İngiliz ekonomisi, sermâyenin genişlemesi kâidesi mucibince dünyâ yayılmış, lâkin sömürgecilik ağının mâliyetleri, getirilerinin üzerine çıkmaya başlamıştı. Hegemonik târih açısından, BK’ın (Birleşik Krallık) tahtına aday iki rakip güç vardı. İlki kıt’adan yükselen Almanya, diğeri ise Atlantik’in diğer yakasındaki ABD. Güzel Zaman’ı bitiren I.Harb-î Umûmî’de BK, Fransa ve Rusya’yı da alarak Almanya’yı durdurmuş, çok zorlansa da vaziyete hâkim olmuş; lâkin takatten de düşmüştü. II. Harb-i Umûmî’de ise, Versailles’ın intikâmını almaya and içmiş Hitler karşısında çok sıkışmış, ancak Sovyet Rusya ve ABD’nin desteğiyle Almanya’yı dize getirebilmişti. Artık tahtında oturacak hâli kalmamıştı. Geri çekilmesi de kolay olmadı. Bunu belli garantiler alarak, kendisi açısından en kârlı bir şekilde hâlletti. Ama kesin olan bir şey varsa, o da esas teslimiyetin 1956 Süveyş Krizi sonrasında gerçekleşmiş olmasıdır. Demek ki veri bir hegemonik çözülme bugünden yarına olmuyor. 1870’lerde başlayan süreç ancak 1956’da hitâma ermiş oluyor. Yâni neredeyse 90 sene sonra…

 

BK, düşkünlük devrilerinde bile Kıt’a Avrupası’nı tâkip etmekte asla rehâvete düşmemiştir. Bilhassa Almanya’yı, ikinci derecede de Fransa’yı bir lâhza olsun kaçırmış olduklarını düşünmüyorum. ABD’nin Dolar’ı ve askerî gücüyle Almanya’yı ve Fransa’yı ezim ezim ezmesinden son derecede hoşnut olduklarını düşünüyorum. Fransa buna siyâsî tepkiler verebilmiş olsa da her defâsında, sızlandığıyla kalmış, yeniden ABD’nin patronajına geri dönmüştür. Post-De Gaulle devri bunun sayısız misâlleriyle yüklüdür. Almanya’nın bu tepkileri verebilecek siyâsî gücü zâten yoktu. Almanlar ordusuzlaşmayı ekonomik bir avantaja çevirerek, kendisini en mükemmel kotardığı üretime adadı. Bunun yanı sıra Fransa ile ortak olarak AB’yi ve Avro bölgesini kurdu. Dahası, 1960’larda başlayan Yumuşama’dan (Detant) istifâde ederek; 1973 Krizi’nden de ders çıkararak Sovyetler Birliği ile yakınlaştı ve kendisi için en nâzik mesele olan enerji meselesini hâlletti (Brandt Doktrini). 1980-1990 arasında Almanya’nın liderliğinde AB’nin yıldızı yükselmeye başladı. Sovyetler Paktı’nın dağılmasının bu târihlere rast gelmesi o kadar da şaşırtıcı olmalıdır. İlk olarak Doğu Avrupa tekmil sorunlarıyla AB’ye aktarıldı. BK, eğreti bir şekilde AB’ye girmişti. Mütemâdiyen AB’nin genişlemesini destekledi. (Türkiye’nin AB mâcerâsı, başta BK’ın cesâretlendirmesiyle, Almanya ve Fransa’nın kapıları kapatan cesâret kırıcı tepkileri arasında oynanan bir ping pong oyununa döndü). Doğu Avrupa’nın AB’ye dâhil edilmesinin, onu çökertmeye mâtuf ince bir ABD-BK tasarımı olduğunu düşünüyorum. Ekonomik olarak Almanya bunların altından büyük ölçüde kalktı. Ama siyâseten ve kültürel olarak ağır yaralar aldı; seviye kayıpları yaşadı.

 

1870’lerde BK’ı yakalayan döngü, bir asır sonra ABD’yi vurdu. 1970’lerden sonra ABD hegemonyası her defâsında giderek ağırlaşan krizler yaşamaya başladı. Demek ki yaklaşık yarım asırdır bunu idrâk ediyoruz. Üstünlüğü Almanya ve ABD’ye kaptıran BK o zamanlar nasıl debelendiyse bugün de ABD, Çin ve Hindistan’ın yükselişi karşısında aynı şekilde debeleniyor. 2021’de ilân edilen Küresel Britanya Doktrini, BK’ın bunu son derecede keskin kavradığını gösteriyor. İlk olarak BREXIT üzerinden yaralı AB’yi yüz üstü bıraktılar. Sonra ABD’nin dümen suyunda; lâkin kendi rotasından da sapmayarak yavaş yavaş yeniden sahneye çıktılar. Gâliba 1956 içlerine oturmuş durumda. ABD’nin arkasında yol alıyor. Ama ilk fırsatta ona da tekmeyi atmaya hazır gibiler. Rusya-Ukrayna savaşı bir BK istihbârat başarısıdır. İki büyük savaşta Almanya’ya karşı Rusya’yı kullandılar. Bu defâ farklı bir strateji işliyor. Rusya’yı vurarak Almanya’yı düşürüyorlar. Atlantik Bloku’nun istihbârî (BK-MI6) – askerî (ABD-CIA) nüfûzunu kullanan ve Almanya’nın (AB) ekonomik gücünü gövdeden vuran bir Atlantik siyâseti bu. Hedefleri ekonomik olarak AVRO bölgesinin söndürülmesini sağlamak ve Çin ile bağlantı kurmasını engellemek. AB içinde Baltık ve Doğu Avrupa merkezli yeni bir AB kurup eskisini tasfiye edecekler. Baltık’tan Girit’e inen hat buna işâret ediyor. Bu hat kuzeydeki uç noktada Arktik, orta noktada ise Karadeniz’i tutuyor. Türkiye’nin burada doğrudan yeri yok. Türkiye’ye biçilen rol konumsal olarak BK’ın, Karadeniz ve Hazar üzerinden Asya’nın derinliklerine; yâni Türkistan’a taşıyacak hat üzerinde. Bu hat son derecede kritik. Rusya ile Hindistan’ın arasına giriyor. Dahası Çin’e bitişiyor. Hâsılı Türkiye’yi Karadeniz ve Hazar üzerinden oyuna sokmak istiyorlar. İlk adımı Türkiye’yi ekonomik olarak görece rahatlatmak olarak attılar. Bu Körfez sermâyesi(?) üzerinden sağlamış görünüyor. Sıra ikinci merhalede. Karadeniz’de Türkiye’yi Rusya’nın karşına, Ukrayna’nın yanına yerleştirmek. 

 

Tırmanan tahıl krizi, Karadeniz’in mayınlı bir hâle gelmesi, Rusya’nın keskin açıklamaları; ama en mühimi soğuklaşan Türk-Rus ilişkileri buna işâret ediyor. Sanki 2023’te 1853’ün iklimini yaşamaya başladık. Türkiye, acaba yeni bir Kırım Savaşı’na mı sürükleniyor? O savaşta biz kazanan taraftaydık. Ama keşke olmasa mıydık? Gördük ki bu “zafer” bizim sonumuzun başlangıcı oldu. Ağır bir borç altına girdik. Kültürel dünyâmız alt üst oldu. BK’a da yaranamadık. Kırım Savaşı sonrası, (Tory )Disraeli’den (Whig) Gladstone’a BK’ın Osmanlı için iki asrı mütecâviz tatbik ettiği “ne öldür, ne de oldur” siyâsetleri sona erdi. İmparatorluğun parçalanma plânları, bizzat “müttefikmiz” BK riyâsetinde devreye girdi. İnanmak istediğim, Türk diplomasisi başta olmak üzere çeşitli kurumların yeni açılımlarında Kırım Savaşı’nın tecrübesini dikkâte almış olmaları. Hâsılı, ne diyelim; çırpınıyor işte Karadeniz…"

Yeni Yorum