Fransa'da düzenlenen Cannes Film Festivali'nde ödül alan oyuncu Merve Dizdar, yaptığı konuşma ile tepki çekti.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi'nde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri Töreni'nde konuştu. Açıklamadan öne çıkan başlıklar şöyle: Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne, bu gazi mekana, milletin evine hoşgeldiniz. 2022 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri tevdi töreni vesilesiyle sizlerle beraber olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum. Biraz sonra ödüllerini vereceğimiz kıymetli sanatçılarımızı, fikir ve edebiyat erbabımızı, ustalarımızı ve onların temsilcilerini ayrı ayrı tebrik ediyor, her birine şahsım, ülkem ve milletim adına şükranlarımı sunuyorum. Titiz bir çalışma ile bu anlamlı ödüle layık görülen kültür sanat insanlarımızı tespit eden seçici kurula da ayrıca teşekkür ediyorum. Bu yılki Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'nin sahiplerine baktığımızda ülkemizin eşi benzeri bulunmayan kültürel zenginliğine bir kez daha şahit oluyoruz. Müzik alanında ödüle layık görülen Sayın Ajda Pekkan sanat dünyamızın çınarlarından biridir. Kendisi yıllara meydan okuyan duruşu ve sanat icrası ile müzikseverlerin hafızalarında müstesna bir yer edinmiştir. Sayın Pekkan, kimler geldi kimler geçti, petrol, her yaşın bir güzelliği var gibi şarkılarıyla sanat tarihimizin altın sayfalarına adını yazdırmıştır. Türk müziğinin son yarım asrına damga vuran yanında, yeni sanatçıların yetişmesine de ilham kaynağı olan Sayın Ajda Pekkan'ı tebrik ediyoruz. Hayrettin Karaman hocamız vesayete karşı dik duruşuyla temayüz etmiş bir kişiliktir. Maruz kaldığı baskıya, haksızlığa ve hadsizliğe rağmen halen gazete yazıları, makaleleri, hikmet dolu sohbetleriyle gönül dünyamızı aydınlatan muhterem hocamız Hayrettin Karaman hocamızı tebrik ediyoruz, özellikle şahsen benim de hocam olması hasebiyle saygılarımı sunuyorum. Hatıra, seyahatname, biyografi, mektup tarzında kaleme aldığı pekçok eseri hayatımıza hediye eden sayın Yavuz Bülent Bakiler, 86 yıllık bereketli ömrüne siyaset, hukuk, basın gibi pekçok şeyi sığdırdı. Onun sohbetine aşina olanlar kalemi kadar kelamının kuvvetli olduğunu bilirler. Edebiyat alanında bu seneki ödülü Türkçenin büyük savunucusu Yavuz Bülent Bakiler'e veriyor, kendisine hayırlı ömürler temenni ediyoruz. Karikatür ve animasyonda Varol Yaşaroğlu yeni bir soluk kazandırmıştır. İçindeki çocuk ruhunu kaybetmeden çalışan, üreten, Kral Şakir gibi çocuklarımızın sevdiği karakteri kazandıran Yaşaroğlu'nu kutluyorum. Gastronomi alanında Ömür ve Emre Akkor Türk mutfağına ve milli kültürümüze emsalsiz hizmette bulunuyorlar. Türkiye'nin lezzet haritasını çıkaran Ömür ve Emre Akkor kardeşlerini tebrik ediyor, ellerine ve emeklerine sağlık diliyoruz. Dans ve balede Tan Sağtürk akla gelen ilk isimlerdir. Diyarbakır'da açtığı dans ve bale okuluyla önemli sosyal sorumluluk projesini hayata geçiren Tan Sağtürk'ü tebrik ediyoruz. Selçuklu zarafetini Osmanlı ustalığı ile birleştiren, Tokyo Camii, Aşkabat gibi ülkemizi yurt dışında temsil eden mimar Hilmi Şenalp'in fikir ve yürek teri vardır. Sayın Hilmi Şenalp'i kutluyor, çalışmalarında muvafakiyetler diliyoruz. Sayın Sevan Bıçakçı'ya zanaat alanında ödül vermekten bahtiyarlık duyuyorum. Bu toprakların kadim zenginliğini yaşatan herkes gibi sayın Bıçakçı'ya şükran borçluyuz. Sayın Gülbün Mesara tezhib, minyatür ve katı ustası kıymetli sanatçımızdır. Sabırla, sebatla bütün ömrünü klasik sanatlarımıza vakfetmiş olan Gülbün hanımefendiye şahsım ve milletim adına teşekkür ediyorum. Asırlardır sözlü kültürümüzü yansıtan, gönüllerimizi ilim, hikmet ve sevdayla dokuyan aşıklarımızdır. Her bir türküde Anadolu insanının çığlığı, umudu, acısı ve irfanı vardır. 1973 yılında ebedi aleme irtihal eden Aşık Veysel Şatıroğlu, Anadolu halk ozanlarının yakın tarihimizin en önemli temsilcilerindendir. Aşık Veysel, milletimizin gönül yollarını en iyi bilen, o yolda yürüyen, o yolda ömrünü tamamlayan özünden geçeni büyük maharetle söze ve saza döken hakiki bir halk ozanıdır. Bu toprakların sevinci, kederi, hasret ve sevda duygularını dile getiren Aşık Veysel'in Sivas ellerinde söylediği türküler bütün coğrafyamızda yankılanmıştır. Hakkı ve değişmez hakikati söyleyen böyle bir devrin yaşadığı dönemde kılık kıyafeti sebebiyle Ankara'nın Ulus semtinden dışarı atılması milletimizin hafızasında onulmaz yaralar açmıştır. Gazi'yi görmek için Sivas'tan Ankara'ya 3 ay yol yürüyen Aşık Veysel'e yapılan bu kötülük insanımıza bakış açısının çarpıklığı ortaya koymuştur. Millete ait ne varsa hepsini birden gerilik emaresi olarak yaftalayan faşizm heveslilerin kültür sanat hayatımızda yol açtığı tahribatın izlerini ortadan kaldırmak elbette kolay olmadı. Bu yılki Vefa Ödülümüzü büyük usta Aşık Veysel'e vererek bir ayıbı temizliyor devlet olarak kendisine şükran borcumuzu da ifa ediyoruz. Vatandaşlıktan çıkarıldıktan 58 yıl sonra Bakanlar Kurulu kararıyla Nazım Hikmet'e Türk vatandaşlığı veren biz olduk. Yaşadığı dtönemde sırf Kürçe şarkı söyledi diye linç edilen Ahmet Kaya'nın mezarını Türkiye'ye getirme teklifini biz yaptık. İstanbul'a Atatürk Kültür Merkezi'ni Ankara'ya Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nı kazandırarak önemli görevi üstlendik. Son düzenlemeyle kamu ve sanat kurumlarımızda görev yapan sözleşmeli sanatçılarımızın kadroya geçişleriyle ilgili gerekli adımları attık. Eğlence vergisi oranlarının sıfırlanmasını sağladık. Türkiye Yüzyılı sanatın ve sanatçılarımızın yüzyılı olacak.
İstanbul’un Üsküdar ilçesinde bulunan Abdülmecid Efendi Köşkü, Şehzade Abdülmecid Efendi tarafından yazlık konut olarak kullanılmış; onun sanatsever kişiliği nedeniyle dönemin sanatçı, edebiyatçı ve siyasetçilerinin sık sık toplandığı bir kültür merkezi işlevi görmüştü. Yıllar sonra bile özenle korunan bu köşk, Koç Holding Emekli ve Yardım Sandığı Vakfı tarafından bu büyük eseri korumak ve gelecek kuşaklara aktarmak amacıyla satın alındı. Ancak köşkte sergilenen sözde eserler sosyal medyada büyük tepki çekiyor. SÖZDE SANAT ADI ALTINDA SKANLA İMZA ATILIYOR Geçtiğimiz yıllarda da tepki çeken heykellerin sergilendiği Abdülmecid Efendi Köşkü’nde bu yıl da yine ‘’sanat’’ adı altında skandala imza atılıyor. İsmi Lâzım Değil adındaki sergi de yine tepki çeken eserleriyle gündeme geldi. ‘’BU TARİHİ KÖŞKE YAKIŞMIYOR’’ Rezalet ötesi sözde eserler için sosyal medyada, ‘’Bu sergide sergilen eserler bu tarihi köşke yakışmıyor.’’ yorumları yapıldı. İşte Osmanlı’dan günümüze kadar ulaşan ve özenle korunan bu önemli eserde sergilenen o rezalet ‘’eserlerin’’ görüntüleri;
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yaptığı paylaşımda, "Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'ni almaya hak kazanan birbirinden kıymetli sanatçılarımızı, ilim ve kültür insanlarımızı en kalbi duygularımla tebrik ediyorum. Vefa Ödülü sahibi büyük halk ozanımız Aşık Veysel'i rahmetle yad ediyorum." ifadelerini kullandı. Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri'ne; müzik alanında Ajda Pekkan, resim alanında Süleyman Saim Tekcan, sinema alanında Yılmaz Erdoğan, tiyatro alanında Ayla Algan, ilim-kültür alanında Hayreddin Karaman, edebiyat alanında Yavuz Bülent Bakiler, karikatür-animasyon alanında Varol Yaşaroğlu, gastronomi alanında Ömür Akkor ve Emre Akkor, dans-bale alanında Tan Sağtürk, mimari alanda Hilmi Şenalp, zanaat alanında Sevan Bıçakçı, geleneksel sanatlar alanında Gülbün Mesera, "Vefa Ödülü"ne ise Aşık Veysel değer görüldü. https://twitter.com/rterdogan/status/1586393170346024962?s=46&t=Af8fff6x9B8QRmOZ9sLdtg
Ekim ayının ilk haftasında gerçekleştirilen Altın Portakal Film Festivali’nin Ödül Töreni 8 Ekim Pazar akşamı Antalya’da gerçekleşti. Törene Gezi tutuklularına verilen destek damga vurdu. 2013 yılında ağaçları bahane ederek Taksim’de polis araçlarını çeviren, belediye otobüslerini yakan ve AKM'ye terör afişleri asan provokatörlerin Türkiye’yi kaosa sürüklemeye çalıştıkları o günler, arşivlerde ve hafızalarda yer bulmaya devam ederken ünlüler, ‘Gezi terörüne' verdikleri desteği bir kez daha gözler önüne serdi. CHP’li Antalya Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleşen törende, En İyi Yardımcı Erkek Ödülü alan Erol Babaoğlu, ödülünü Gezi Parkı kalkışmasında sokağı organize ederek aktif rol oynayan Mücella Yapıcı’ya adadı. Babaoğlu, “Su gibi aydın Mücella Yapıcı ile ve tüm Gezi tutsaklarıyla paylaşıyorum. Özgürlük için mücadeleye devam" dedi. Babaoğlu’nun konuşması sık sık alkışlarla kesildi. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması Sahide Sonku Ödülü de Gezi teröründeki rolleri nedeniyle tutuklu bulunan Çiğdem Mater’e verildi. Ödülü Çiğdem Mater adına Zümrüt Burul aldı. Mater’in adının anons edilmesi üzerine Ezgi Mola, Nurgül Yeşilçay ve Ahmet Mümtaz Taylan gibi oyunculardan oluşan ünlü isimler dakikalarca Mater’i ayakta alkışladı. Geceye damga vuran konuşmalardan biri de En İyi Yönetmen ödülünü alan Emin Alper’in konuşması oldu. Emin Alper, Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör atamasını gerekçe gösterip eğitim-öğretim yerine gösteri ve eylemlerle vakit harcayan hocalara selam gönderdi ve şöyle konuştu: “Ülkesinin en güzide eğitim kurumunu ele geçirilecek bir kale olarak gören zorba bir zihniyetin saldırısı altında. Boğaziçi Üniversitesi değil, zorbalığa karşı direnen herkes kazanacak. Gezi direnişçileri kazanacak.”
CHP'li İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mülkiyeti İBB'ye ait olan Ortaköy’deki Fehime ve Hatice Sultan yalılarını Belediye’den alınıp Hazine’ye devredilmesi sonrasında açıklamaları gündem olmuştu. Konuyla ilgili köşe yazısında açıklamalar yapan Habertürk yazarı Murat Bardakçı, her iki yalının da geçmişte Hazine mülkü olduğunu anlattı. İşte Bardakçı'nın o yazısı: İstanbul Valiliği’nde toplanan “Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu”, mülkiyeti İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait olan Ortaköy’deki Fehime ve Hatice Sultan yalılarını Belediye’den alıp Hazine’ye devretti ve kıyamet koptu. Bu iki yalının geçmişini hemen her yönü ile bilen ve eski sahiplerinin ailelerini de yakından tanıyan bir kişi olarak kısaca söyleyeyim: Komisyon’un kararı doğrudur, zira her iki yalı da geçmişte Hazine’ye ait mülklerdir. Yalılarının koskoca bir roman teşkil edecek derecede maceralarla ve trajedilerle dolu tarihlerine kısa da olsa temas etmeden önce, senelerdir yapılan bir hatayı düzelteyim: Hatice Sultan Yalısı’nın yanında bulunan ve “Fehime Sultan Yalısı” diye bilinen bina Fehime Sultan’a değil, Sultan Abdülhamid’in kızlarından Naime Sultan’a aitti. Fehime Sultan’ın bugün vârolmayan yalısı bu iki yalıdan sonra gelirdi ve şimdi Boğaz Köprüsü’nün ayaklarının bulunduğu yerin Beşiktaş istikametinde hemen gerisinde yeralırdı. Ortaköy’deki bu iki yalı ile alâkalı mülkiyet tartışmasının geçmişi şöyledir: Saltanat zamanında hanedan mensubu olan şehzadelerin ve sultanların yaşadıkları yalıların, köşklerin veya konakların onların mülkü olduğu zannedilirdi ama mesele öyle değildi, böyle muhteşem binaların tamamına yakını “tâcın malları”nı idare eden ve özerk bir kuruluş olan “Hazine-i Hâssa”ya aitti. Yalılar, köşkler ve konaklar Hazine-i Hâssa’nın mülkü idi, şehzadeler ile sultanlara padişahın talimatı ile tahsis edilmişler, yani kullanmaları için verilmişlerdi ve buralarda yaşayan hanedan mensuplarının ölümleri yahut herhangi bir sebeple artık o mekânı kullanmaması üzerine binalar yine Hazine-i Hâssa’nın idaresine geçerdi. Ortaköy’de şimdi İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Ankara arasında tartışma ve gerilim konusu olan Hatice ile Fehime, daha doğrusu Naime Sultan yalıları da geçmişte Belediye’ye değil, Hazine-i Hâssa’ya ait idiler. Hazine-i Hâssa’ya ait bütün mülkler Meclis’in 3 Mart 1924’te kabul ettiği, hilâfeti kaldırıp Osmanlı Hanedanı’nı sürgüne gönderen 431 sayılı sürgün kanununun onuncu maddesi ile millete intikal etmiş, yani Hazine’ye geçmişti ve böyle binlerce mülkün arasında, Ortaköy’deki yalılar da vardı. Muamma, benim için işte burada başlıyor: Sonra ne olduysa oldu, nasıl yapıldıysa yapıldı ve Hazine’ye ait olan bazı mekânlar zamanla İl Özel İdareleri’nin mülkü oldular. Ortaköy’deki yalılar da İstanbul İl Öze İdaresi’ne geçtiler ama, 2014’te büyükşehir belediyesi olan illerdeki il özel idarelerinin lâğvedilmesi üzerine yine nasıl olduysa oldu ve Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiler. “Devir, Tasfiye ve Paylaştırma Komisyonu”, dün Fehime Sultan ve Hatice Sultan yalılarının mülkiyetini İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden (İBB) alarak Hazine’ye devretti; yani yalılar eski sahibine dönmüş oldular. BÖYLE OLDUĞUNA BİZZAT ŞAHİDİM! Bu kadar kesin konuşmanın sebebi bunun böyle olduğuna, yani yalıların daha önce Hazine’ye ait bulunduğuna bizzat şahit olmamdır! 1990’ların sonlarında, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girebilme maratonunun başladığı günlerde devletin geçmişte elkoyduğu gayrımenkullerin sahiplerine iadesi konusu da gündeme gelmiş, tek-tük de olsa bazı azınlık vakıfları ellerinden alınan gayrımenkullere yeniden sahip olabilmişlerdi. Bu gelişme üzerine, Hatice ve Naime Sultan’ın dostlarım ve hattâ arkadaşlarım olan torunları da “Acaba büyükannelerimizin mallarını geri alabilir miyiz?” diye düşündüler... Sultanların soyundan gelen bu kişiler Osmanoğlu ailesinin sürgün nesli idi, Türkiye’de yaşamıyorlar ve Türkçe de bilmiyorlardı. Birgün, yanılmıyorsam Paris’te beraber olduğumuzda meseleyi bana da açmışlardı ve cevaben “Bu yalıların şahsî mülk olduğunu tahmin etmiyorum; hele Sultan Abdülhamid’in tahtından indirilmiş olan ağabeyinin kızınının böyle kıymetli bir mekâna sahip olmasına izin vereceğini de hiç zannetmem” demiştim. Aradan birkaç ay geçti, torunlar İstanbul’a geldiler, konuyu açıklığa kavuşturabilmek için tapu kayılarını görmek istediler ve eski harfli kayıtları okumam için benim de onlarla beraber tapuya gelmemi arzu ettiler. Randevu alıp Beşiktaş Tapusu’na gittik, eski kayıtlar açıldı, ada ve parsel numaralarını bilmediğimiz için yalıların tam yerini tesbit edebilmek hayli zaman aldı ama aradığımız mekânlar zor da olsa nihayet bulundu. Her iki yalı da Maliye Hazinesi’nin mülkü idi! Hiçbir zaman sultanlara ait olmamış, padişahın kızları o muhteşem mekânları bir çeşit “lojman” olarak kullanmışlardı! Naime Sultan’a ait yalı sonraki senelerde Gazi Osmanpaşa İlkokulu yapıldı ama 2002’de cayır cayır yandı! Hatice Sultan Yalısı da senelerce İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü’ne kiralandı, kira sözleşmesi 2006’da sona erdi, boşaltılması hayli tartışmalı oldu ve sonraki senelerde bu iki yalı üzerinde bir mülkiyet mücadelesidir sürdü, gitti... Yalıların eski sahibi olan Hazine’ye devri ile bu mücadele şimdi yeni bir safhaya girmiş bulunuyor... İSTANBUL’DA NADİR YAŞANAN BİR SKANDAL Her iki yalı da bundan 118 sene önce, 1904’te, İstanbul’un en namlı aşk skandallarından birinin mekânı olmuş, çıkan dedikodular senelerce devam etmiş ve talihin garip bir cilvesi ile Hatice ile Naime Sultan’ın hayatları da felâketlerle sona ermişti... İşte, Ortaköy’de bundan 118 sene önce yaşanan skandalın kısa öyküsü: Sultan Beşinci Murad 1876’ta tahtından indirilip hanımları ve çocuklarıyla beraber Ortaköy’deki Çırağan Sarayı’na hapsedilmiş, yerini kardeşi İkinci Abdülhamid almıştı. Devrik hükümdar, ailesiyle Çırağan’da çile doldururken geçen senelerle beraber kızlarının evlilik çağı da gelip geçti ve Beşinci Murad’ın büyük kızı Hatice Sultan, amcası Abdülhamid’e “Yaşadığı zindandan kurtulabilmek için koca olarak bir haremağasına bile rıza göstereceği” yolunda haberler gönderdi. O sırada 31 yaşına gelmiş olan Hatice Sultan’ın ricası kabul edildi ama Abdülhamid padişah kızlarının İstanbul’un seçkin ailelerine mensup delikanlılarla evlendirilmeleri teamülünün dışına çıktı ve hükümdarın devrik ağabeyinin kızına sarayda çalışan, sıradan ve hiç de yakışıklı olmayan Ali Vâsıf Efendi adında bir koca bulundu. Hatice Sultan ile Ali Vâsıf Efendi evlendiler ve Abdülhamid’in kendilerine tahsis ettiği Ortaköy’deki yalıya yerleştiler... Abdülhamid, kendi kızlarından ikisi, Naime ve Zekiye Sultanlar’ı Plevne Kahramanı Gazi Osman Paşa’nın iki oğluyla evlendirmişti ve bu evlilikleri gören Hatice Sultan, Ali Vâsıf Efendi gibi sıradan bir kişinin kendisine koca olarak seçilmesini hazmedemedi. “Amcam kızlarını Paşa’nın oğullarına verirken bana kimi lâyık gördü?” diye düşünüyordu. Üstelik, babası Beşinci Murad’ın tahttan indirilmesinde Abdülhamid’in parmağı olduğundan emindi... Sonra hem kendisinin, hem de babasının intikamını almak için bir plan hazırladı: Abdülhamid’in Gazi Osman Paşa’nın oğullarından Kemaleddin Paşa ile evli olan kızı Naime Sultan hemen bitişiğindeki yalıda oturuyor ve Kemaleddin Paşa’nın arada bir başka hanımlarla ilgilendiği de biliniyordu. Hatice Sultan, Kemaleddin Paşa’nın bu zaafını kullanıp Paşa’yı kendisine âşık edecek ve gizlice mektuplaşmaya başlayacaklardı. İki yalı arasındaki yazışmalar aylarca devam etti, yasak bir aşkın belgesi olan mektuplar günün birinde her nasılsa Abdülhamid’in eline geçti ve bütün İstanbul, bir anda Ortaköy’deki skandalı konuşur oluverdi! Ama, hükümdarın mektupları görmesini bizzat Hatice Sultan’ın sağladığı ve bütün bunları yapmakla kendisinin ve babasının intikamını almış olduğuna inandığı söyleniyordu... Abdülhamid hem padişah hem de kayınpeder olarak ihanete uğramıştı ve gazabı şiddetli oldu: Kızı Naime Sultan’ı Kemaleddin Paşa’dan hemen boşattı, sabık damadını bütün unvanlarını alıp Bursa’ya sürgün etti, kızını bir başka Paşa ile nikâhladı ve yeğeni Hatice Sultan’ın yalıdan dışarıya adım atmasını yasakladı. Rezalete tahammül edemeyen Ali Vasıf Bey de Hatice Sultan’ı boşayıp kayıplara karıştı... Aradan beş sene geçti, Abdülhamid tahtından indirildi, Bursa’da sürgünde olan Kemaleddin Paşa İstanbul’a döndü, Hatice Sultan’a gidip evlenme teklif etti ama reddedildi. Amcası Abdülhamid’in devrilmesiyle yalıdaki hapis hayatı nihayete eren Hatice Sultan, Rauf Hayreddin Bey adında bir diplomatla evlendi ve bir oğluyla bir kızı oldu. Derken 1924’e gelindi ve o senenin 3 Mart’ında Osmanlı Hanedanı’nın bütün mensupları Türkiye sınırları dışına çıkartıldılar. Sürgün, Ortaköy yalılarının sâkinlerine ardarda felâketler getirecekti... Hatice Sultan’ın kocası Rauf Hayreddin Bey gurbete gitmek istemedi ve karısını boşayıp Türkiye’de kalınca Hatice Sultan sürgüne kızı Selma ve oğlu Hayri ile beraber gitti. Lübnan’a yerleşti, kızını bir Hint racasıyla evlendirip Hindistan’a gönderdi ama oğlu Lübnan’da intihar etti ve Beşinci Murad’ın bahtsız kızı, 1938’in 13 Mart’ında Beyrut’ta tek başına, yokluk içerisinde can verdi. Kocasını kuzeni Hatice Sultan’a kaptıran Naime Sultan ise sürgünün ilk senelerinde Fransa’da yaşadı ama geçim sıkıntısına düştü, Fransa’dan ayrılıp ikinci kocasının memleketi olan Arnavutluk’a yerleşti ve onun âkıbeti de facia ile noktalandı: Tiran’da 1944’teki komünist darbe sırasında ortadan kayboldu! Ortaköy’deki yalıların pek öyle tekin mekânlar olmadığını herhalde farketmişsinizdir...
Ünlü milyarder Elon Musk'ın sosyal medyada yaptığı İstanbul paylaşımı bir anda gündem oldu. Musk'ın İstanbul'un fethi ile ilgili yaptığı paylaşımda "Kapıyı kilitledim m?" ifadesi yer alıyordu. Çok sayıda Türk kullanıcı Musk'ın paylaşımına yorum yaparken, paylaşımın zamanlaması da dikkat çekti. O PAYLAŞIMIN ARKASINDAKİ GERÇEK ORTAYA ÇIKTI Elon Musk'ın yaptığı paylaşımla ilgili dikkat çeken bir yorum geldi. Milli Savunma Üniversitesi Rektörü Erhan Afyoncu o paylaşımdaki ifadenin "Açık unutlan kapı" efsanesine dayandığını söyledi. Afyoncu, söz konusu efsanenin gerçekle alakasının olmadığının altını çizerek, "Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler’in eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır" ifadelerini kullandı. https://twitter.com/eafyoncu/status/1538071326233182208?s=20&t=rmINDNK4Jll_X3SgIse3tg Erhan Afyoncu'nun Twitter hesabından yaptığı paylaşım şöyle: Elon Musk İstanbul’un fethiyle ilgili attığı tweetinde ‘Açık Unutulan Kapı’ efsanesine atıf yapıyor. Açık kapı söylentilerinin gerçekle alakası yoktur. Fethin şokunu atlatmak ve şehrin Türkler’in eline geçmesini küçümsemek için çıkarılmıştır.
Güldür Güldür Show, Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati skeçlerinin ardından ‘6’lı masa’ skeciyle siyasi göndermelerine devam etti. Show TV’de bugün yayınlanan programda ‘6’lı masa’ skeci izleyenlerle buluştu. Güldüren skeçte muhalefet liderlerinin bir araya geldiği altılı masa taklit edildi. Skeçte 6’lı masanın dışında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da konu edildi. İşte skecin o bölümü: https://www.youtube.com/watch?v=mhGGeeKUVNw&feature=youtu.be