05 Mayıs Pazar 2024
2 yıl önce

Analiz - Sultan Şenyazar | 13. SAVAŞÇI

Filmde bir köy vardır ve tarif edemedikleri bir canavar ordusu tarafından sürekli saldırıya uğramaktadır. Yardım isterler. Anlattıklarına göre canavarlar, gece veya sis bastığında gelirler, ellerinde meşale tutarlar, sağı solu yakarlar, haliyle çok net görülemezler. Ata binerler ancak garip dişleri vardır, garip dişleri falan vardır, ayıya benzer silüetleri vardır. Uzatmayalım, gelişir ve yine bir baskın sırasında savaşın bir yerinde Antonio Banderas, canavarların birini haklar, yere düşürür ve maskesini açıp altındakini görünce bağırır: “Bunlar insan !!!”  Ve canavarın aslında insan olduklarını anlayınca mücadelenin seyri değişir, cesaretlenirler, zafer kazanırlar vesaire.   Bugün eğer kişileri bir sosyal medya hesabında görüyorsak, bir gazete haberinde, tv ekranında bir siyasetçi veya önemli bir bürokrat olarak görüyorsak, onu maskelere sarıyoruz ve insan olduğunu unutuyoruz. Hep bir menfaat hesabı içinde olan, buna göre davranan, idealleri falan olmayan, herşeyi bilinçli bir stratejiyle yapan bir makine olarak bakıyoruz. Bazılarına da tam tersi, olmayan bir melek hilyesi giydiriyoruz, olmayan zekalar ve üstün özellikler, meziyetler atfediyoruz. Haliyle, aslında çok basit bir strateji izleyerek menfaatinin peşinde koşan tipler olduğunu ıskalıyoruz.   Seri katil Atalay Filiz hakkında yazılanları hatırlıyor musunuz? “Çok zeki, çok akıllı, şöyle eğitimli, böyle bilgili” gibi gerzek yorumlar günlerce manşetlerde kalmıştı. Adamı Einstein ilan etmeye 5 kala, bir ormanda, sümsük gibi pelperişan halde saklanırken yakaladık. Ve kimse çıkıp “bu adam bu kadar zeki olsa, bu kadar eğitimle, bilgiyle doğru dürüst bir kariyer yapardı, ormanda kaçak olarak kariyerini hapiste sonlardırmazdı” demedi.   Bugün Sedat Peker meselesi, aslında köye saldıran canavar gibi. Ayı postuna, canavar görüntüsüne bürünmüş basit bir insan. Fevkalâde birşey yok. Sadece hedefindeki kişiye saldırıyor. Oda post giymiş. Saldıracağı zamanı seçmesini de biliyor, gece ve sisli zamanda… Filmi izlerseniz daha pekçok detay yakalayabilirsiniz.   İki aydır, işi gücü bıraktık bu tiyatroyu izliyoruz. Kimse kusura bakmasın, basın da, sosyal medya da, tv kanallarındaki yorumcular da, toplumun pekçok farklı kesimi de, gözümüze far tutulmuş gibiyiz. Öyle ki izlerken hayatın temel kurallarını bile unutuyoruz.   “Ortada iddialar var!”. Hımm.. Peki bir insanın konuştuğu herşey bir iddia mıdır? Yani ben şimdi oturup bir twitter hesabından istediğim herhangi bir popüler kişi hakkında gelişigüzel birşeyler anlatsam, itham ettiğim kişinin ne yapması lazım? “Çok üzgünüm, istifa ediyorum” mu demeli, sırf ben söyledim diye..   İddianın sonuç üretmesi için, yani muhataplarını harekete zorlaması için bir dayanak, bir delil lazım. İddianızı sağlam bir delille desteklersiniz ve gidip adalet ararsınız. Eğer şahit olduğunuz birşeyler var da evrakı yoksa (her olayın kamera kaydı olacak değil sonuçta) o zaman da kalkar savcılığa gidersiniz, “ben şahidim” dersiniz. Ama bunların hiçbirini yapmayıp oturduğunuz yerden “bu iş böyle böyle, hadi oturun araştırın” derseniz, bu sadece toplumla alay etmektir. Kimse sizin oyuncağınız değildir. Ağzınızdan çıkan Ayet-i Kerime olmadığına göre, bizim de oturup tefsir yazmamıza gerek yok.   Peki bugün bizim elimizde ne var? İki aydır gelişigüzel konuşan bir insan, bir mafya lideri. Yani zaten işi kanundışılık olan bir insan. Tek bir delil, tek bir belge yok. Sadece söylem var. “Araştırın, hts kayıtlarına bakın”.. Tamam da niye işi gücü bırakıp senin her sözünü araştırıyoruz. Elindeki iddialar için avukatı aracılığıyla bile olsa bir vatandaş olarak savcılığa suç duyurusu var mı, yok.. Peki kimin başvurusu var savcılığa? Süleyman Soylu’nun.. İddiaların araştırılmasını istemiş. Hukuken üstüne vazife değilken, ispat yükümlülüğü iddia sahiplerine aitken, Süleyman Soylu işi bir adım öne taşımış ve savcılığa başvurmuş.   Ancak garip bir şekilde burayı da ıskalıyoruz. Odaklandığımız tek nokta canavarın ayı postu. Hala postun altındakine bakmıyoruz. Her akşam senaryolar üretiliyor, yorumcular saatlerce tartışıyor, hükümet düşürülüyor, yeniden kuruluyor. Yakındır, 3 ayda bir ortalıkta gezen Photoshop üretimi kabine listeleri yeniden piyasaya çıkar.   Söz söyleyen herkeste bir keramet aramak, öte yandan da atılan her adımın altında bir menfaat hesabı aramak, hastalıklı bir ruh halidir. Devlet Bahçeli’nin “Soylu yalnız değildir” açıklaması üzerine bu sabah sayfalarca analiz okudum. Cumhur İttifakı’nın akibetine bağlayan mı ararsın, ittifak çatırdıyormuş da kopması diye Devlet Bahçeli Soylu üzerinden mesaj veriyor diyen mi ararsın, ne ararsan var. Kimse de dememiş ki “yahu adam Soylu’nun siyasi duruşunu seviyor, yaptıklarını seviyor, doğru buluyor ve insan olarak destek oluyor olamaz mı? Hayatını siyasetle geçirmiş bir insanın, bu ülke için hayalleri olamaz mı, terör örgütü PKK ile mücadele ve milli duruş, adamın Kızıl Elması olamaz mı? Futbol takımlarını kalbimizle tutmuyor muyuz, kalben ve samimiyetle destekliyor olamaz mı?”.. Hayır, bunu demiyoruz, bunu diyene de inanmıyoruz. Çünkü gözümüz hep o canavar postuna takılı.   Bir sözüm de “düşmanımın düşmanı dostumdur” mantığına takılanlara... “Erdoğan devrilsin de sonra bakarız” kafasıyla siyaset yapanlara, Özal öldükten sonra olan biteni hatırlatırım. Özal gitsin de herşeyi hallederiz diyenler, bunun için ittifak kuranlar, Özal gittikten sonra kendilerine geleceğini zannettikleri iktidarın bir anda vesayetçilerin eline geçmesini sadece seyredebildiler. Bugün LGBT’den FETÖ söylemlerine kadar iktidarın karşısında ne varsa sarılan muhalefet, aslında ipleri başkasına teslim ettiğinin farkına vardığında geç olabilir.   Gazeteciye tiraj lazım, reyting lazım, muhalefete iktidar koltuğu lazım, hepsine eyvallah. Ama hepimize bir ülke lazım ve elimizde sadece bir tane var. Onun için şu postların altına bakmak, aklımızı kullanmak ve işimize gücümüze bakmak lazım.

2 yıl önce

Fitch'in küresel lojistik analizi: Türkiye tedarik zincirinin yeni merkez üssü olma yolunda

Geçen yılın şubat ayında arz şoku ve küresel ekonominin kapanmasıyla takip eden talep şoku, dünyanın hemen hemen her yerinde şirketlerin üretim stratejisi ve tedarik zincirlerindeki zafiyetleri ortaya çıkardı. Ekonomilerin canlanması ile artan talep karşısında özellikle Asya ülkeleri odaklı üretim ve tedarik zincirlerinde kesintiler yaşanmaya başlandı. Uzun mesafe taşımacılık maliyetlerinin katlanarak artması pek çok yabancı uluslararası şirket için konum ve maliyet avantajı sunan Türkiye'yi, cazip bir yatırım ve üretim merkezi haline dönüştürmeye devam ediyor. AVRUPALI ŞİRKETLER TÜRKİYE'YE YÖNELİYOR Özellikle Çin gibi Asya ülkelerinden tedarik sağlayan Avrupalı şirketler; üretim gecikmeleri, artan navlun maliyetleri ve konteyner krizi nedeniyle tedarik için Türkiye gibi daha yakın ve istikrarlı merkezlere yöneliyor. FITCH RATINGS ANALİZİ: KAZANAN ÜLKE TÜRKİYE Uluslararası derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings'in son analizine göre; Türkiye, Avrupa'da tedarik zincirlerindeki değişimden en fazla kazanç elde edecek ülke konumunda. Türkiye'yi; Çekya, Polonya ve Romanya izliyor. Yakın dönemde gıda, ilaç, mobilya elektronik ve paketleme gibi alanlarda faaliyet gösteren pek çok uluslararası şirket, güçlü lojistik altyapıya ve endüstriyel kapasiteye sahip Türkiye'ye yönelik yeni yatırım planlarını açıkladı. Küresel tedarik zincirinin, Asya ve özelikle Çin'e bağımlı bir ağdan üretim kalitesi ve lojistik imkanları nedeniyle Türkiye'ye yönelmesi ,bu alanda Türkiye'ye yönelik yatırımların artacağı beklentisini de beraberinde getirdi. TÜRKİYE'YE YATIRIMA ODAKLANAN MARKALAR İsveçli mobilya şirketi IKEA, Polonya hazır giyim firması LPP, Alman ilaç firması Boehringer Ingelheim ve Belçika paketleme şirketi DW Reusables Türkiye'ye yatırıma odaklandı. Hem jeopolitik risk hem de salgının maruz kaldığı güvenlik açıklarına bir yanıt olarak şirketlere baskılar da artıyor. Tedarik zinciri riskine karşı önde gelen üreticiler de daha fazla tedarikçi oluşturmak istiyor. İtalya merkezli Benetton Group, Asya'da düşük maliyetli üretim merkezlerinden kademeli olarak ayrılarak Sırbistan, Hırvatistan, Türkiye, Tunus ve Mısır'daki üretimini artıracağını açıkladı. Benetton Group İcra Kurulu Başkanı Massimo Renon, söz konusu üretim artışına ilişkin "Üretim süreci ve ayrıca nakliye maliyetleri üzerinde daha fazla kontrole sahip olmak için stratejik bir karar." ifadelerini kullandı. Alman moda şirketi Hugo Boss'un üst yöneticisi (CEO) Daniel Grieder de Manager Magazin'e yaptığı açıklamada, ürünlerini sattıkları yere daha yakın merkezlerde daha fazla mal üretmeyi planladıklarını bildirdi. Grieder, "Yakın yerlerde üretimi önemli ölçüde genişleteceğiz. O zaman trendlere daha hızlı ve darboğazlara daha esnek tepki verebiliriz. Bu gerçek bir rekabet avantajıdır." değerlendirmesinde bulundu. KORONAVİRÜSTE TEDARİK ZİNCİRİ Harvard Business School Öğretim Üyesi Prof Dr. Willy C. Shih, konuya ilişkin değerlendirmesinde, kritik tıbbi malzeme başta olmak üzere bazı ürünlerdeki geçici ticaret kısıtlamaları ve diğer ürünlerdeki kıtlığın, belli ülkelere bağlılığın olumsuz yanlarını gösterdiğini belirterek, "ABD-Çin ticaret savaşıyla birleşen bu gelişmeler, ekonomik milliyetçilikte bir yükselişi tetikledi." ifadesini kullandı. Tüketicilerin düşük fiyatlar talep etmeye devam ettiğini aktaran Shih, Kuzey Amerika'ya satış yapan şirketlerin emek-yoğun üretimi Çin'den Meksika'ya ve Orta Amerika'ya kaydırmaya, Batı Avrupa'da kullanılan malzemeleri tedarik eden şirketlerin de üretimlerini Doğu AB ülkeleri, Türkiye ve Ukrayna'ya konumlandırmaya başladığını anlattı. Shih, küresel pazar paylarını korumak isteyen Çinli firmaların da düşük teknolojili, emek yoğun üretim için şimdiden Mısır, Etiyopya, Kenya, Myanmar ve Sri Lanka'ya baktıklarını bildirdi. Avrupa ve Orta Doğu'yu birbirine bağlayan Türkiye, küresel tedarik zincirlerindeki değişikliklerden yararlanmak için teşvik ve lojistik alanında çalışmalarını yoğunlaştırırken, siyasiler de "uluslararası yatırımcılara her zaman kapımız açık" mesajı veriyor. "GELİN HEP BERABER KAZANALIM" "Türkiye'ye güvenip yatırım yapan hiç kimse pişman olmaz. Tam tersine sağladığı büyük kazançla hep memnuniyet duyar." çağrısı yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, yatırımcılara "Ülkemiz ve dünyadaki tüm yatırımcıları küresel üretim ve lojistik sisteminin yeni baştan kurulduğu şu dönemde Türkiye'nin kendilerine sunduğu imkanları ve fırsatları değerlendirmeye davet ediyorum. 'Gelin hep birlikte kazanalım' diyerek kapılarımızın yatırımcılara sonuna kadar açık olduğunu bir kez daha tekrarlamak istiyorum." mesajını verdi. Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi Başkanı Burak Dağlıoğlu ise Türkiye'nin her platformda güçlü üretim ve tedarik ağıyla ön planda yer aldığını belirterek, "Dışa bağımlılığı aşağı çekecek, istihdamı artıracak ve teknolojik dönüşümü hızlandıracak yatırımlara büyük önem veriyor; teşvik ediyoruz." dedi. Kovid-19 salgını gibi krizleri iyi yöneten ülkelerin, yarının küresel oyuncuları olacağını dile getiren Dağlıoğlu, "Hem dinamik hem rekabetçi hem de çevik ve esnek bir yapıya sahip olan Türkiye de başarılı hamleleriyle salgın sürecini başarıyla yöneten ülkeler arasında yer alıyor. Tüm bu gelişmeler ile, tüm dünyada tedarikte güvenliğin daha da öne çıktığı bir döneme girildi. Bu dönemde Türkiye’nin yatırımcılara sağladığı temel değerlerle, küresel tedarik zincirlerinde daha da kritik bir yer tutacağına ve önemli yatırımlar çekeceğine inanıyoruz." değerlendirmesinde bulundu. TÜRKİYE ULUSLARARASI ŞİRKETLERE NE SUNUYOR Küresel tedarik zincirlerinin yeniden yapılandırılması, Türk ihracatçıları için fırsatlar sunarken, küresel değer zincirine katılım, bir ülkenin belli alanlardaki yetenekleri tarafından yönlendiriliyor ve ülkeler için önemli fırsatlar sunuyor. Pazarlara yakınlık, doğal kaynaklar, insan sermayesi, fiziksel sermaye (sermaye stoku), kurumsal sermaye, lojistik/bağlanabilirlik, ücrette rekabet ve pazar erişimi küresel değer zincirine katılımı sağlayan yetenekler olarak gösteriliyor. Salgının ani etkisi üretim ve tedarik zincirinde bozulma, küresel resesyon ve arz ve talep şokunda etkisini gösterirken, uzun vadede ise şirketlerin tedarik zincirinde esnekliğini artırması, ulusal ve bölgesel üretim kapasitelerini yükseltmesi bekleniyor. Küresel değer zincirindeki dönüşümün farkında olan Türk hükümeti de Türkiye'yi Kovid-19 sonrası değer zincirine hazırlamak için tüm paydaşlarla bir çalışma grubu kurdu. Türkiye'nin stratejik konumu, serbest ticaret ağı, güçlü lojistik altyapısı, üretim çeşitliliği, yüksek teşvikler, maliyet avantajlı nitelikli iş gücü, güçlü sanayi kümelenmesi ve liberal yatırım iklimi ile ülke, uluslararası şirketlere küresel değer zincirine bağlanmak için uygun bir ortam sunuyor. Türkiye'nin stratejik konumu bölgede üretim, ihracat ve yönetim merkezi olarak çok uluslu şirketleri çeken ve küresel değer zincirine katılımını sağlayan bir mıknatıs haline geldi. 26 TRİLYON DOLARLIK GSYH'YE SAHİP PAZARA 4 SAATLİK UÇUŞ MESAFESİNDE Türkiye, 1,3 milyar insanın yaşadığı ve 26 trilyon dolarlık GSYH'ye sahip Avrupa, MENA ve Orta Asya pazarına 4 saatlik uçuş mesafesinde. Türkiye'nin AB ile Gümrük Birliği ve 20'den fazla ülke ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) bulunuyor. Türkiye, iyi gelişmiş bir altyapı ve kesintisiz iş hizmetleriyle desteklenen, küresel değer zincirleriyle güçlü bağlantıları olan, çeşitlendirilmiş bir üretim üssüne sahip. Ayrıca, hükümet, özel teşvikler ve iş gücü geliştirme programları aracılığıyla küresel değer zincirine katılımı aktif olarak destekliyor. Türkiye, yatırımcılara vergi indirimi veya vergi muafiyeti, maaş ve eğitim desteği, muafiyetler sağlayarak üretim, istihdam ve AR-GE için teşvikler sağlıyor. Korumacılığın yükseldiği bir zamanda, liberal bir politika çerçevesi küresel değer zinciri dönüşümünde çok önemli bir rol oynarken, Doğrudan Yabancı Yatırım Hukuku ile Türkiye, güçlü bir yasal koruma mekanizmasına sahip olarak yatırımcıları cezbediyor. YÜKSEK VASIFLI İŞ GÜCÜ VE STRATEJİK COĞRAFİ KONUM Su sıkıntısı sorunlarına geliştirdiği teknolojilerle çözüm geliştiren Almanya merkezli su pompası üreticisi WILO’nun Gelişen Pazarlar Satışlarından sorumlu Başkan Yardımcısı Jens Dallendörfer, yaptığı açıklamada, ekonomileri bağımsızlaştırma (Çin’e bağlılıktan kurtarma) siyasi hedefiyle atılan adımların tüm dünyada ekonomileri etkilemeye devam ettiğini belirtti. Dallendörfer, Wilo Grubu’nun yeni bir küreselleşme biçiminin Kuzey Amerika, AB ve Asya olmak üzere üç büyük ekonomik merkezdeki değer zincirlerinin daha fazla bölgeselleşmesiyle sonuçlanacağı varsayımına dayanan 'bölgeden bölgeye' yaklaşımıyla uzun yıllardır bu değişikliklere yanıt verdiğini anlattı. "Bölgeden bölgeye" stratejilerinin bir parçası olarak, bölgesel veya yerel üreterek müşteri ihtiyaçlarına karşılamaya çalıştıklarını belirten Jens Dallendörfer, şöyle devam etti: “Zaten Wilo, 1992'den beri Türkiye pazarına güveniyor. Türkiye'nin yüksek vasıflı iş gücü ve Avrupa ile Asya arasındaki elverişli ve stratejik coğrafi konumu sayesinde üçüncü ülkelere ihracat için bir merkez olma potansiyeline sahip olduğuna inanıyoruz." "TÜRKİYE, YENİ TEDARİK ZİNCİR YATIRIMLARI İÇİN İYİ BİR BÖLGE" Uluslararası hukuk firması Baker & McKenzie'nin uluslararası ticaret ortağı Mattias Hedwall, bütüncül bakış açısıyla Baker & McKenzie müşterileri arasında Türkiye'nin, yeni tedarik zinciri yatırımları için iyi bir yer olarak görüldüğünü belirtti. Hedwall, "Benim düşüncem, tedarik zincirlerinin nerede ve nasıl kurulacağına dair daha stratejik değerlendirmeler göreceğimiz yönünde. Bu, vergi ve istihdam etkilerini, yer değiştirme maliyetlerini, personel için giriş-çıkış ve vize konularını, yatırımdan çıkış olanaklarını ve gelecekteki değişikliklere hızla uyum sağlamayı içerecektir." ifadelerini kullandı. Kovid-19 salgınının tedarik zincirindeki çeşitli sistem ve süreçlerin ani şiddetli stres ve değişime nasıl tepki verdiğini gözlemlemek için benzersiz bir durum sunduğunu ifade eden Hedwall, "Şu anda görülebilen şey, daha fazla tedarik zinciri inovasyonu için fırsatlar sunabilecek teknoloji ve sürdürülebilirlikteki gelişmeleri dikkate alan yapısal çözümleme analizlerinin hızlandırılmasıdır. Birçok şirket, hem daha uygun maliyetli hem de sürdürülebilir ve çevre dostu olabilecek, işler daha az kırılgan hale getiren tedarik zincirinin çeşitlendirilmesine yol açabilecek olan üretimi müşterilere daha yakın hale getiriyor. Bu eğilimleri anlayan ülkeler bundan çok faydalanacak." şeklinde konuştu. "TÜRKİYE, ÇEKİCİ BİR ÜRETİM MERKEZİ OLMA FIRSATINI YAKALAYABİLİR" PwC Türkiye Yönetim Danışmanlığı Hizmetleri Şirket Ortağı Tolga Baloğlu da geçen yıllarda uluslararası şirketlerin, küresel tedarikleri için Uzak Doğu'ya odaklanarak düşük maliyetli üretim faktörleri, satışları artırmayı, avantajlı teşvikler elde etmeyi ve stratejik satın alma hedeflediklerini belirtti. Baloğlu, "Bu, küreselleşmeden bölgeselleşmeye geçişe yol açıyor. Türkiye, üretim çeşitliliği ve büyüyen pazarlara yakınlığı ile potansiyel merkez konumlarının ön sıralarında yer almaktadır." dedi. Türkiye'nin küresel rekabet gücünü geliştirerek potansiyelini artırabileceğini vurgulayan Baloğlu, "Türkiye, son zamanlarda makroekonomik alan ve ürün piyasası verimliliğinde düşüş gösterirken, teknoloji benimseme, altyapı ve iş gücü piyasasında ilerleme kaydetti. Makroekonomik ortam ve iş gücü piyasası, gelişim için potansiyeli en yüksek alanlardır. Bu alanlardaki iyileştirmelerle ve büyük pazar büyüklüğünden yararlanarak Türkiye, bölgesel bir üretim, ticaret ve lojistik merkezi için daha da çekici bir yer olma fırsatını yakalayabilir." ifadelerini kullandı.

2 yıl önce

NaifAnaliz - Ali Naif Çakar | Genç Belediye Başkanları Rahatsız; Kandil Anıtkabir hattında tehlikeli bir siyaset!

Millet ittifakının bu ülkede 15 Temmuz’u yaşanmamış sayan siyasi yaklaşımı maalesef İstanbul’da CHP il ve Büyükşehir yönetimi ekseninde kendine geniş bir ifade alanı bulabiliyor. Reklam ajanslarının direktiflerini ilahi buyruk mahiyetinde ele alan yeni nesil yapay belediyecilik anlayışıyla kimin Cumhurbaşkanı olacağına dair tartışmalar kurgulanıyor ve sonu teröre varabilecek olan her kabahat üste çıkılacak bir siyasi fırsata dönüştürülmek isteniyor. Soru açık ve net; İBB terörle iltisaklı kişilere istihdam ve kariyer fırsatı sağladı mı? Bu soruya verilen bir cevap yok. Devleti ve devletin işleyişini bilmeyen CHP güvenliği ve maalesef güvenilirliği Adli Sicil Kaydına indirgeyecek kadar düşmüş vaziyette. CHP büyük bir açmazın içerisinde. Özellikle Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun CHP tarihinde eşi görülmemiş bir cesaretle Cumhurbaşkanlığı adaylığına talip olması İyi Parti destekli bir Genç Belediye Başkanları Rahatsız hareketine dönüştürülmek isteniyor. Yüzünden Rabbi Yessir okunan bir İYİ’likle kuşatılan Genç Belediye Başkanları Rahatsız hareketinin terör örgütlerine sempatik gözükme ve hatta demokrasi uğruna terörle iltisaklıları sırtlanması demokrasi tarihimize balçıktan harflerle yazılacaktır! Teröristle mücadele ve terörizmle mücadele arasındaki en önemli fark birinin silahlı diğerinin silahsız araçlarla yapılıyor olmasıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin insan kaynağı politikasının demokratik ve katılımcı atmosferinde kendisine güçlü temsil imkanı bulan terör örgütü iltisaklılarının yeterli imkan ve bilgiye sahip oldukları takdirde silahlı terörist donanımında olabileceğini ön görmek zor değil. Millet ittifakı demokrasi ve HDP arasında sıkışmış vaziyette. Ancak talimatı ajanslardan alan Belediye Başkanı gençliğinin de verdiği kontrolsüz enerjiyle görünen o ki Kandil ve Anıtkabir arasında bir hatta CHP’yi ve İyi Partiyi tehlikeli bir mecraya sürüklemekten geri durmuyor. Millet ittifakının bir oy uğruna Kandil ve Anıtkabir arasındaki bu geri dönülmez hattan uzak durması gerekiyor.  Bu yol geri dönüşü dahi çok maliyetli bir yoldur ve maalesef bedeli de ağır olacaktır. 27 Aralık günü CHP genel merkezinin de fiziksel olarak alet edildiği açıklama şovunda arka fonda geçmişinde ülkücü olarak bilinen Mansur Yavaş’ında göründüğü açıklamaları ve savunma atmosferini bir kalkışmaya dönüştürmeye çalışanlara karşı, CHP’nin bu büyük tuzağa düşmemesi gerekiyor. İmamoğlu CHP’den büyük olma iddiası taşıyor olabilir, Meral Akşener’de CHP’yi İmamoğlu’yla kontrol altında tutmak istiyor olabilir. Bunu Millet İttifakının iç meselesi diyerek geçiştiremeyiz çünkü işin içerisinde terörle mücadele var, şehitlerimizin kanı, gazilerimizin hatırası ve milletimizin ahı var. Genç Belediye Başkanı İmamoğlu batı aklının ürünü olan reklam ajanslarının emir ve talimatlarıyla oturup kalkıyor olabilir ama Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun en azından bir kamu geçmişi var, devlet terbiyesi ve görgüsünü hatırlayacağına dair bir umut hala mevcut. Hiçbir hareket ve hiçbir açıklama İmamoğlu’nun Belediyesinin terör iltisaklı isimleri çalıştırmasının sorumluluğunun bir başka kuruma ve kişiye atılmasına müsaade etmez. Yüzlerce terör iltisaklıyı işe alanın bir sorumluluğu da vardır elbet. Kandil ve Anıtkabir arasında yüksek riskli ve gerilimli bir Türkiye siyaseti inşa etmek isteyen ajanslar, Genç Belediye Başkanları ve bunlara destek olan kahvaltı ortağı Genel Başkanlar ve onların dostları unutmayınız; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır!”.        

2 yıl önce

Wall Street Journal'dan Türkiye analizi: S-400'leri Ukrayna'ya verin F-35'leri alın

Eski CIA yöneticisi ve Rusya ve Avrasya uzmanı Paul Kolbe'den, Rusya ve Ukrayna arasında devam eden savaş esnasında ilginç bir takas önerisi geldi. Kolbe, ABD'nin saygın gazetelerinden Wall Street Journal'da kaleme aldığı makalesinde, Ankara'nın elindeki S-400 hava savunma sistemlerini Ukrayna'ya vermesini, Washington'ın da buna karşın Ankara'yı F-35 konsorsiyumuna geri almasını önerdi. Kolbe, önerisinin gerekçesini ise Ukrayna'nın hakim Rus hava kuvvetlerine sağlam mukavemet olarak gösterdi. Rus savaş uçakları son saldırılarda Ukrayna'nın Mariupol şehrini ağır bombardımana maruz tutmuş şehrin yüzde 90'ınını yerle bir etmişti. "ÜÇÜNCÜ BİR OYUNA NE DERSİNİZ?" Eski CIA yöneticisi ve Rusya ve Avrasya uzmanı Paul Kolbe tarafından kaleme alınan "Türkiye'nin Rus Füzeleri Ukrayna'yı Savunabilir" başlıklı WSJ'daki analiz yazısında, Washington - Ankara hattındaki anlaşmazlığı çözmenin bir yolu olarak Ankara'nın elindeki S-400'ü Ukrayna'ya vermesi, Washington'ın da buna karşın Ankara'yı F-35 konsorsiyumuna geri alması öneriliyor. Kolbe, böylece adaletin sağlanacağını iddia etti. Kolbe yazısında, "Üçlü bir oyuna ne dersiniz? ABD, Rus savaş uçaklarına karşı Türkiye'nin elindeki S-400'leri Ukrayna'ya göndermesine yardım etsin. Bunun yerine Türklere yeni bir alternatif sunarak F-35 sevkiyatlarını başlatsın. Bu, aynı zamanda ABD - Türkiye ilişkilerinin düzelmesine de yardımcı olacaktır" değerlendirmesinde bulundu. Kolbe, analizini şu şekilde sürdürdü: "Ukrayna'nın Rus işgalini püskürtmek için verdiği umutsuz mücadele, Rus hava hakimiyetine karşı ne kadar dayanabileceğine bağlı. Ukrayna, hava savunma kabiliyetini bir miktar sağlasa da, Rus hava gücünü süresiz olarak bertaraf edecek araçlara sahip değil. Rusya'nın, Ukrayna semalarına hakim olması halinde, Ukrayna kara kuvvetleri son derece savunmasız olacaktır." 'UKRAYNA'NIN HAVA SAVUNMASINA İHTİYACI VAR" Ukrayna Devlet Başkanı Vladimir Zelenskiy, Batı'dan daha fazla uçak ve hava savunması talebinde bulunmuştu. Rusya'nın, Ukrayna'nın batısındaki askeri hava limanlarına ve eğitim sahalarına yönelik hava saldırıları başlatması ve Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov'un da Batı'dan gelecek silah sevkiyatlarının 'meşru hedefler' olduğu yönündeki uyarısı, Ukrayna'nın daha iyi uzun menzilli, yüksek irtifa hava savunmasına ihtiyacı olduğunu gösteriyor. PAUL KOLBE KİMDİR? Halihazırda Belfer Merkezi'nde İstihbarat Projesi Direktörü olarak görev yapan Paul Kolbe, uzun süre CIA'de çalıştı. Kolbe'nin yurt dışı görevleri arasında Sovyetler Birliği, Balkanlar, Güneydoğu Asya, Güney Afrika ve Orta Avrupa bulunuyordu.

2 yıl önce

El Cezire, Avrupa'nın Ukraynalı mültecilere yardımını analiz etti

Rusya'nın Ukrayna'ya saldırıları, milyonlarca sivili Avrupa ülkelerine geçmeye zorladı. Başta Polonya olmak üzere Ukrayna'ya komşu ülkeler, Ukraynalı sivilleri ağırlamak için kolları sıvadı. "ESKİ BATTANİYELERİNİ ORTA DOĞULU MÜLTECİLERE VERMEK YERİNE..." Katar merkezli El Cezire'de yer alan "Avrupa neden birdenbire mültecilere yardım etmekle bu kadar ilgilenmeye başladı?" başlıklı analizde, kıta ülkelerinin diğer savaş bölgelerinden kaçan mültecilere duyarsız kaldığı belirtildi. Yazıda, "Eski battaniyelerini Orta Doğulu mültecilere vermek yerine yakmak isteyen Avrupalılar, şimdi Ukraynalılar için bağış topluyor." denildi. "UKRAYNA'YA SALDIRI AVRUPA'DA BÜYÜK DAYANIŞMAYI TETİKLEDİ" Rusya'nın 24 Şubat'ta Ukrayna'ya saldırı başlatmasının ardından, Ukrayna halkına yönelik şiddet haberlerinin hızla Avrupa'ya yayıldığı ve bu durumun "büyük dayanışmayı" tetiklediğine dikkat çekildi. Avrupa ülkelerinin Rus güçlerinin saldırılarından kaçan Ukraynalılara destekler sunmak için hızlı adımlar attığı, Avrupa Birliği'nin (AB) rekor sürede, söz konusu mültecilere yardım etmek için geçici koruma statüsünü devreye aldığı ifade edildi. "AVRUPALILAR NİYE AB SINIRINDAKİ DİĞER İNSANLARI UMURSAMADI" SORUSU Karolina Augustova tarafından kaleme alınan analizde, "Bir Avrupalı ve Çek vatandaşı olarak, ihtiyaç sahibi Ukraynalılara verilen bu desteği izlemekten gurur duydum. Ancak uzun yıllardır AB sınırlarında göç ve şiddeti araştıran bir bilim insanı olarak sormadan edemedim: Avrupalılar neden şimdi mülteciler için bu kadar empati kuruyor? Aynı şekilde muhtaç durumdaki diğer insanlar AB sınırlarındayken neden onları umursamadılar?" soruları yöneltildi. SINIR ÖNLEMLERİNİ HATIRLATTI Bazı Avrupa ülkelerinin Orta Doğu ve ötesinden gelen mültecileri durdurmak için sınırlarında askeri önlemlere başvurduğu kaydedildi. Avrupa Komisyonu'nun, “düzensiz göçmenleri” engelleme çabalarını artırabilmeleri için bu ülkelere milyonlarca euro ödenek sağladığı, başvurulan zorlu gözetim ve müdahale durumunun, Avrupa'nın sınırlarını savunmasız insanlara neredeyse tamamen kapattığı anımsatıldı. Yazının devamında şöyle denildi: SURİYELİ SIĞINMACILAR, TALİBAN'DAN KAÇANLAR, YEMENLİLER... "Bu sert sınır politikalarından etkilenenler arasında Suriye rejimi ve Rus güçlerinin kimyasal saldırılarından kaçan Suriyeli sığınmacılar, Taliban'dan kaçan insanlar ve ülkelerindeki acımasız iç savaştan kaçan Yemenliler vardı."

2 yıl önce

AK Parti'den Haftalık Gündem Analizi raporu: Kılıçdaroğlu'nun yalan söylemleri ulusal birlik duygusunu aşındırıyor!

AK Parti'nin, Haftalık Gündem Analizi raporunda CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun yalan siyaseti ve Rusya/Ukrayna Savaşı'nın sona erdirilmesi için Türkiye'nin yaptığı arabuluculuk girişimlerine ilişkin çarpıcı değerlendirmelerde bulunuldu. Millettin kuruluşundan itibaren tek başına yönetim yetkisi verdiği AK Parti karşısında siyaset üretemeyen CHP yönetimi, yalan ve kurgu üzerine inşa ettikleri algı siyasetini sistematik olarak kullanmaya devam ettiğine dikkat çekilen raporda Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan olduktan sonra CHP'nin yalan siyasetini daha da ilerilere taşıdığı belirtildi. KILIDAROĞLU'NUN SON YALANI KATAR'A CANLI HAYVAN SATIŞI Siyasi stratejiyi sergilerken etik kaygılardan tamamen uzak davrandığı vurgulanan Kılıçdaroğlu'nun yalanlarına örnek verilen raporda şöyle denildi: "Yalan siyasetinin son örneğini ise 29 Mart 2022 tarihinde gerçekleştirilen partisinin grup toplantısında "Ya Allah aşkına şu Katar aşkından vazgeçin kardeşim ya... İki ay içinde 2,5 milyon küçükbaş hayvanı uçaklarla ihraç ettiler." ifadeleriyle ortaya koymuştur. Kılıçdaroğlu'nun ifadelerine Ticaret Bakanlığı yazılı açıklama ile cevap vermiş 2021 yılında toplam 264.216 küçükbaş hayvan ihracatı gerçekleştirildiği, Katar'a 2021 yılında gerçekleştirilen küçükbaş hayvan ihracatının ise 96.797 olduğu ifade edilmiş; bununla birlikte, 18 Mart 2022 tarihi itibarıyla Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından kırmızı et ihracatının durdurulduğu hatırlatılmıştır."

1 yıl önce

Uyuşturucu Risk Analizi: ‘Batıda uyuşturucu riski doğuya göre daha fazla’

EGM Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı tarafından geliştirilen 'Uyuşturucu Risk Analizi' ile il ve ilçelerdeki uyuşturucu suç potansiyeli belirleniyor. İllerde 42, ilçelerde ise 32 kriter üzerinden bilimsel yöntemler ile yapılan analizler sonucu il ve ilçelerdeki risk sıralaması belirleniyor, yapılacak projeler ile alınacak önlemler elde edilen sonuçlar üzerine geliştiriliyor. Analiz çalışmasında İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu verileri kullanılarak kriterler belirleniyor. EGM Narkotik Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığında görevli komiser Eren Öğ yaptığı açıklamada, genel narkotik risk kriterleri belirlenirken 'uyuşturucu kent sorunudur' varsayımı ile yola çıkıldığını belirterek, bu kapsamda kentleşmeyi ifade eden kriterlerden yararlanıldığını söyledi. ‘Bilim metotları ile bilimsel düşünerek, bilim insanlarından yardım alarak uyuşturucu ile mücadele ediyoruz’ Eren Öğ, uyuşturucu ile mücadelenin tüm metotlarını ele alan bir yaklaşıma sahip olduklarını vurgulayarak, şunları söyledi: "Bilim metotları ile bilimsel düşünerek, bilim insanlarından yardım alarak uyuşturucu ile mücadele ediyoruz. İllerimizde 42, ilçelerimizde 32 kriter ile tamamen bilimsel yöntemler kullanıp risk analizi yaparak en riskli il ve ilçemizi belirliyoruz. Bunu tüm il ve ilçelerimize yaydık. İllerimiz için 30 özel, 12 genel kriter kullanıyoruz. Bu 12 genel kriter; 15-64 yaş grubu, 15-24 yaş grubu, 100 bin nüfusa düşen bekar oranı, ilin aldığı yurt içi göç yoğunluğu, yabancı turist sayısı, ilde ikamet eden göçmenler dahil yabancı nüfus sayısı, bina sayısı, 100 bin kişiye düşen hastane yatak sayısı, sanayi istihdam oranı, toplam işlenen tarım alanı azlığı, 100 bin kişiye düşen motorlu kara taşıt sayısı, 100 bin kişide lise altı öğrenim durumu. Bu kriterler özel kriterler ile harmanlanarak illerimiz için risk analizi çalışması yapılıyor. İlçelerimiz için de 26'sı özel, 6'sı genel olmak üzere toplam 32 kriter belirlendi. Bu genel 6 kriter de; 15-64 yaş grubu, 15-24 yaş grubu, 100 bin nüfusa düşen bekar oranı, bina sayısı, toplam işlenen tarım oranı azlığı ve 100 bin kişide lise altı öğrenim durumundan oluşmakta. Bu kriterler tamamen bilimsel." ‘Batı bölgelerimizde uyuşturucu suç potansiyeli, doğu bölgemize göre daha fazla’ Eren Öğ, yapılan analiz çalışmasıyla il ve ilçelerin risk durumunu belirlediklerini kaydederek, şöyle konuştu: "İl ve ilçelerimizi ne konuda, hangi kriterlerde daha riskli, hangi kriterlerde ortalamanın altında diye görüyoruz. Batı bölgelerimizde uyuşturucu suç potansiyeli, doğu bölgemize göre daha fazla. Riskli çıkan il ve ilçelerimizde özellikle eğitim, operasyonel ve önleyici faaliyetlerimizi arttırıyoruz. Merkez teşkilat olmak üzere, taşra teşkilatlarımız da dahil risk analizi yapan birimlerimiz mevcut, tüm veriler merkez teşkilat olarak bizde toplanıyor. İlçeler için risk analizi çalışmalarımızı raporlamaya 2021 yılında başladık. 2022 yılı ilçeler uyuşturucu risk raporunu da kısa bir süre önce tamamladık. Valilerimize, ilçe kaymakamlarımıza, il emniyet müdürlerimize ilettik. Şu anda il risk raporumuzun çalışmaları devam ediyor, onu da en kısa sürede tamamlayacağız. 2022 yılı ilçeler risk raporu veya 2021 yılı il risk raporuna baktığımız zaman batı bölgesindeki il ve ilçelerimiz uyuşturucu suç potansiyeli konusunda riskli gözüküyor. Bunun önemi oradaki önleyici, operasyonel ve eğitim faaliyetlerimizi daha çok arttırmak ve uyuşturucu mücadelesine ayrılan kaynak ve kapasitenin doğru yönetilmesini sağlamak."

1 yıl önce

Şişli'de İBB çalışmasında kanalizasyon borusu hasar gördü daireyi atık su bastı

Olay, Eskişehir Mahallesi Akağalar Caddesi'nde, dün saat 09.00 sıralarında meydana geldi. İddiaya göre, İBB ekiplerinin birkaç gündür yaptığı yol bakım ve alt yapı çalışmaları sırasında hasar gören kanalizasyon borusundan akan atık su, bir binanın bodrum katındaki daireyi bastı. Tuvaletten taşarak evin içine dolmaya başlayan atık suyu fark eden Fas uyruklu Safaa Bayad, bakıcılığını yaptığı 2 çocuğu yanına alarak kendini dışarı attı. Bayad'ın dışarı çıkmasından birkaç dakika sonra evin içi tamamen doldu. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) çalışanları, haber verilmesinin ardından hasar gören boruyu tamir ederken, yüksekliği yaklaşık 1 metreyi bulan suyun tahliye edilmesiyle ilgili herhangi bir çalışma yapılmadı. Olay, Eskişehir Mahallesi Akağalar Caddesi'nde, dün saat 09.00 sıralarında meydana geldi. İddiaya göre, İBB ekiplerinin birkaç gündür yaptığı yol bakım ve alt yapı çalışmaları sırasında hasar gören kanalizasyon borusundan akan atık su, bir binanın bodrum katındaki daireyi bastı. Tuvaletten taşarak evin içine dolmaya başlayan atık suyu fark eden Fas uyruklu Safaa Bayad, bakıcılığını yaptığı 2 çocuğu yanına alarak kendini dışarı attı. Bayad'ın dışarı çıkmasından birkaç dakika sonra evin içi tamamen doldu. İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) çalışanları, haber verilmesinin ardından hasar gören boruyu tamir ederken, yüksekliği yaklaşık 1 metreyi bulan suyun tahliye edilmesiyle ilgili herhangi bir çalışma yapılmadı. BELKİ DE 100 DEFA ARADIM KİMSE GELMEDİ Evi basan suyun sesiyle uyandığını belirten Safaa Bayad, "Gidip baktım, su patlamış. Arkadaşım çalıştığı için çocukları bendeydi. Çocukları hemen komşulara bıraktım. Ev, su içinde kaldı. Elektrikten korktum. Sokakta, tanımadığım birine söyledim. Şalteri kapattı. Sokakta tadilat var. Belediyeyi aradım kimse gelmedi. Evden çıkarken hiçbir şey almadım. Nerede oturacağım, yatacağım? Bilmiyorum. Türkçem biraz zayıf. O yüzden arkadaşıma arattım. Geleceklerini söylediler. Belki de 100 defa aradım. 'Acil' dedik ama kimse gelmedi. Dışarıda tadilat yapanlara söyledim. İSKİ'yi aradılar, sonra geldiler" diye konuştu. TÜM EŞYAM GİTTİ Artan kiralar yüzünden 5 ay önce yanına taşındığı arkadaşının çocuklarına bakıcılık yaptığını ifade eden Bayad, "Eşyalarımın hepsi yeniydi; yatak, dolap, buzdolabı, kanepeler yeniydi. Hepsi gitti. Şimdi buradan çıkıp ev tutsam hem komisyon hem depozito hem de kira vereceğim. Ev kiraları en az 4-5 bin lira. Mecburen komşularda ya da arkadaşlarımdan birinin yanında kalacağım" dedi.

1 2 ... 4 5 6 7 8 9 10 11 12