Yeniçağ Gazetesi yazarı Mehmet Faraç, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun yılbaşı gecesini Van'da, 2806 rakımda bulunan Belbuka Tepe Kalekol Üs Bölgesi'ndeki askerlerle geçirirken ‘yer sofrası’nda yemek yemesine getirilen akla ziyan yorumları eleştirdi
Hürriyet yazarı Abdulkadir Selvi, Süleyman Soylu'nun askerlerle yer sofrasında yemek yemesini eleştiren Sözcü yazarı Yılmaz Özdil'i isim vermeden eleştirdi. Selvi, ''Süleyman Soylu ve askerlerin ayakkabılarını çıkarıp oturması gibi korkunç bir tehlikeyi tespit etmişler! Ayakkabı çıktı ya, rejim elden gidecek demektir. Şehitlere değil, ayakkabıya bakan kafa.'' ifadelerini kullandı
Ecevit’in terör destekçisi yazarlar hakkındaki düşünceleri: “Terörü teşvik edici, teröre cesaret verici nitelikte yayınlar kesinlikle yasaklanmalıdır. Terörü teşvik eden bir yazar bence teröristten daha suçludur. Çünkü terörist canını ortaya koyuyor, teröristi teşvik eden kimse masa başında oturup güvenlik içinde fikir beyan ediyor. O bence teröristten daha çok suçludur.”
Şen, Rektör Melih Bulu’yu protesto bahanesiyle 1 aydır provokatif eylemlere sahne olan Boğaziçi Üniversitesinin iddia edildiği gibi demokratik ve özgürlükçü olmadığına dikkat çekerek, öğrencilik yıllarında Boğaziçi Üniversitesinde yaşadıklarını anlattı. Araştırma- yazar Mustafa Şen, “Oruç tutan öğrencileri fişlememi istediler. Kabul etmedim, kovuldum” dedi.
Kimse kusura bakmasın, ne seçimleri seçim, ne siyasi kimliksiz bu insanlar seçilirken kimsenin gıkı çıkmamış da bugün öğrenciler öne itilerek birşeyler yapılmaya çalışılıyorsa, bunun adına rektörlük protestosu denmez. Ya hocalar kendi hanedanlarını kaybetmek istemiyorlar, rektöre oy vererek rektörü vesayet altında tutan sistemi sürdürmek istiyorlar, ya da bu başka bir kurgudur, daha büyük bir planın parçasıdır ki işin içindeki LGBT, terör örgütlerinin verdiği destek, bize bu büyük fotoğrafı işaret etmektedir.
Bir soru sormak isterim. Bir üniversite öğrencisi, okul hayatı boyunca rektörü kaç kez görür? Veya bir rektörün yönetiminden, doğrudan nasıl etkilenir ki rektörün seçimiyle bu kadar ilgilenir. Türkiye’de binlerce lise var. Lisede öğrenciler, devletin atadığı müdürün yönetiminde eğitim alıyorlar, o müdürle temas ediyorlar, her gün görüyorlar ama bir yıl sonra üniversiteye başlıyorlar ve diyorlar ki hayır rektörümüzü biz seçeceğiz. Ve bunun için günlerdir eylemler yapılıyor. Yalnız burada bir incelik var, öğrenci eylemleri, rektörü öğrenciler seçsin iddiasiyla yapılmıyor aslında. Rektör üniversite içinden seçilsin diyorlar. Yani bu eylemi planlayanlar, aslında öğrencilere bir seçme hakkı talep ediyor değil. Öğretim görevlilerinin talebini dile getirmek için öğrencileri kalkan olarak kullanıyor.
21.Yüzyıldayız ya, Engin Altay bir modifiye yapmak istemiş olacak ki buna başka bir kılıf buldu ve özetle dedi ki “dindar kesime, tarikatlara falan çok yüz verme, bak Menderes de öyle yapmıştı, sonra Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu çıkarmak zorunda kaldı”.. Hımm.... Acaba öyle mi? Bunun böyle olmadığını İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da biliyor olacak ki, sosyal medyadan paylaştığı mesajında Engin Altay’a “tarih fukarası, cahil” dedi. Haklı mı? Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun asıl hikayesini okuyunca anlıyoruz ki, evet haklı.. Engin Altay’ın ifade ettiği Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun, tarikatlerin eylemleri üzerine çıkarıldığı doğrudur. Ancak sözkonusu tarikat, o zamanki DP’yi değil, CHP’yi destekleyen “Ticaniler” tarikatıydı. Hatta tarikatın başındaki Kemal Pilavoğlu’nun, 1950 seçimlerinden önce müritleriyle beraber CHP’ye üye kaydedildiği, kendisinin de 1950 seçimlerinde CHP Ankara Milletvekili adayı yapıldığı; Ticani Tarikatının 1946 öncesindeki radikal söylem ve eylemlerine rağmen CHP iktidarı sırasında hiçbir tahkikata ve soruşturmaya maruz kalmadıkları; ancak 1950-51 arasında artan eylemleri sebebiyle çıkan Atatürk’ü Koruma Kanunu’na dayanılarak tutuklandıkları ve CHP’den ihraç edildikleri, gerek o dönemin gazetelerinde gerekse sonradan yazılan araştırma çalışmalarında yer almıştır. Kaldı ki sözkonusu kanunun çıkarılmasında bir kısım CHP’li vekillerin itirazı da sözkonusu olmuştur. Yani işin özeti, Engin Altay’ın bahsettiği kanun, Demokrat Parti’nin değil CHP’nin tarikatlarla yakın ve elaltından yürüttüğü ilişki yüzünden çıkmıştır. Bu tarikatın eylemlerinin 1946 sonrası, özellikle Demokrat Parti’nin 1950 sonrasındaki iktidarında artması, CHP’nin, “mevcut iktidara karşı her güçle işbirliği yapma” stratejisinin belki de ilk örneğidir. Tıpkı bugün din kisvesine bürünmüş Fetö ile söylem, eylem ve tanımlayamadığımız diğer birlikteliklerin içinde olduğu gibi. Engin Altay tüm bunları bilmiyor olabilir mi? Biliyorsa fena.. Biliyor da çarpıtıyorsa daha fena. Çünkü cahillik bir eksikliktir, yalancılık ise kötülüktür. Anlaşılan o ki sayın Bakan, Engin Altay’a cahil diyerek nezaket göstermiş, Soylu’ya teşekkür etse yeridir.
Sözcü Yazarı Necati Doğru, bugünkü köşesinde şu açıklamayı yaptı: NOT: İKİ DÜZELTME! Dün bu köşede “Jeton nihayet düştü” başlığı ile yazdığım yazı; VIP torpil listelerinde yer alıp da çift koltuklu, üç koltuklu, beş koltuklu (17 koltuklu olan bile var) hısım, akraba, oğul, yeğen, bürokratların yakın akrabalarının devlet şirket ve kurumlarında koltuk sahibi edilmelerini konu almıştı. Bu yazıda ismi değil de makamının adı geçen Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan'ın oğlunun da bir devlet kurumunda uzman yardımcısı yapıldığı bilgisi vardı. Bu bilgi yanlış çıktı. Benim kusurum bilgiyi kontrol etmeden yazdım. Düzeltirim. Yine aynı yazıda makamının adı geçen AKP Genel Merkez Özel Kalem Müdürü Behçet Kaynar'ın kardeşinin de sınavsız olarak bir devlet kurumuna uzman yapıldığı bilgisi vardı. Bu bilgi de yanlış çıktı. Düzeltirim. Aslında yazının esası; isimler ve makamlar değil “çift koltuklu-üç koltuklu-17 koltuklu VİP torpil listesi düzeninin” iktidar partisine oy veren seçmenin bile yüzde 61'nin “artık bu tip koltuk ikram edip iktidarın ömrünü uzatma düzenini” onaylamadığını anlatmaktı. Yazı kendini anlattı ama yanlış bilgi olmamalıydı, özür dilerim.